Son Yeniçerilerin Sosyoekonomik Pozisyonu

Osmanlı’da yeniçeriler kışla hayatı dışında sosyal ve ekonomik hayatın birçok alanına girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi akışı içerisinde, yeniçerilerin ekonomi alanında ağırlıklarının olması devletin ekonomideki ağırlığı ile yakından ilişkilidir.

Tarihçilerimizin mutabık kaldığı noktalardan birisi de hiç şüphesiz yeniçerilerin vergi muafiyeti hususunun halka çekici gelmesi noktasıdır. Bu bağlamda devletin vergiler hususunda miktar arttırıcı ısrarı da açıktır ki yeniçerilerin matlup zümre olması sonucunu getirecekti. Aksi durumda da zaten toplumun bir kesiminden gidip asker yazılma talebinde bulunan insan sayısı da nadirattan olacaktı.

Son Yeniçerilerin Sosyoekonomik Pozisyonu osmanlı devleti

Ancak Osmanlı’nın vergi düzeyleri politikasında görülen yukarı doğru bir eğilim muhtemelen toplumun Ocağa yönelik daha güçlü bir desteğini de beraberinde getiriyordu. Bu noktada tek yönlü olarak halktan yeniçeriliğe talep olduğu gibi yeniçeriden de ekonomik sebeplerle halk içine girme, esnaf-tüccar işlerine girme gibi talepler olabilmekteydi. Yani buradaki ilişkiyi tek taraflı düşünmemek önemlidir. Bu bağlamda devletin kendisi de askerleri yer yer ihtiyaç duyulan iş alanlarında istihdam etmiştir.

İmparatorluk dâhilinde askerler maden, inşaat, zanaat ve tarım alanlarında çalıştırılmıştı. Hatta ve hatta İmparatorlukta kurulan ilk fabrikaların işçileri de askerlerdi. (Özbay, 2003: 27) Tüm bunlar göz önünde tutulursa binlerce yeniçerinin bir gecede öldürülmesinin ve devamında hem idamların hem de misliyle sürgünlerin yaşanmasının piyasa açısından bir etki doğuracağının tahmin edilmesi zor değildir. Bu önemli etkilerin zamana ve coğrafyaya göre etkileri de farklılık arz edebilmekteydi. Bu anlamda yeniçeriliğin ilgasının ekonomik ve sosyal sonuçlarının görülmesi için ilga döneminde yeniçerilerin ekonomik ve sosyal nüfuzuna bakmak gerekir.

Yeniçeriliğin ilgası sonrası cezalandırılanlar listesinde yer alanların meslekleri onların pazarda ne kadar geniş bir yelpazede faaliyette bulunduklarını göstermektedir. Bunlardan bazıları pazarcı, kutucu, sabuncu, tacir, kebapçı, fesçi, yemenici, kahveci, yorgancı, külahçı kantarcı, doğramacı, kasap, boyacı, demirci, çizmeci, tütüncü, pastırmacı, şişeci ve hamal gibi farklılıktadır ki onları bir tür lümpen esnaf veya karaborsacı tüccar olarak sınıflandırmak mümkün değildir. (Kaya, 2013: 195; Üstün, 2002: 32-33) Buradan yola çıkarak yeniçerilerin ne kadar farklı türden toplum üyeleri ile ilişkide olduğu ve pazarın her tarafında faaliyette oldukları net olarak görülebilmektedir.

Bu doğrultuda Sunar’ın (2010) yaptığı  çalışmadan aşağıya aktardığımız veriler de son dönem yeniçeriler hakkında bize bilgi verecektir.

Tablo 1: Esnaf Lakaplı Yeniçerilerin Elinde Bulunan Esamelerin Dağılımı

 

Yeniçeri Ortası

Toplam Esame Sayısı Esnaf Yeniçerilerin Elindeki Esame Sayısı %

değeri

96. Cemaat (1815/1816) 1.297 483 37
96. Cemaat (1823/1824) 1.273 407 32
97. Cemaat (1812) 318 26 8
12. Sekban (1822) 57 17 33

Kaynak: Sunar, 2010: 67.

Sunar’ın ilga öncesi dönem esameleri üzerine yaptığı bir çalışmaya göre örnek aldığı orta esamelerinden yaklaşık üçte birinin sahibi esnaf lakabı taşıyan yeniçerilerdir. Sunar’a (2010: 67) göre “defterlerden elde edilen bu verilerle ilgili problemler göz önüne alındığında bu oranın aslında daha yüksek olması büyük bir olasılıktır.” Çalışmaya göre meslek dağılımında en kalabalıktan başlamak suretiyle sıralama şu şekildedir: sepetçilik, taşçılık, denizcilik, tekstil, ev imalatı, gıda sektörü, simkeşlik, hattatlık, tabanca ve fişek yapımcılığı. (Sunar, 2010: 68-69) Sunar’ın bir başka çalışmasına göre (2009: 186) sürgün ve idam cezasına çarptırılan yeniçeriler içerisinde de esnaf unvanlı olanlar az değildir. Buna göre ifade edersek eğer; 1826’yı takiben cezalandırılan  490  yeniçeri  içinde  İstanbul  ve  Edirne’deki

271 yeniçeriden 167’si esnaf ya da dükkân sahibi titri taşımaktadır. Sunar bu verilere ek olarak esnaf unvanlı kişilerin beceri isteyen işlerde çalışan, zanaat ehli kişiler olduğunu belirtiyor. Bunlar; halıcı, fırıncı, manav, pastacı, kahveci, kalaycı, çilingir, ayakkabı tamircisi, tabakçı ve duvar ustası olarak belirtiliyor. Bu veriler de Kafadar’ın (1981: 120-121) yeniçerilerin mesleki becerisi ağır olan işler yerine basit işlere girdiğine ve onların bir nevi lümpen esnaf olarak kaldığına dair görüşünü olumlamamış görünüyor. Yani yeniçeriler piyasada zanaatı ciddi işlerle de muhatap olmuşlardır. Bu açıdan bakıldığında Sunar, (2010: 70) birincil ve ikincil kaynaklarda sıkça tekrarlanan, yeniçerilerin çoğunlukla ‘ayak takımı’ olarak adlandırılan sosyoekonomik gruplardan geldiğine dair görüşleri çok doğru görmemektedir.

Burada tabi Kafadar’ın (1981) aktardığı veriler de yeniçeri yazılmanın ve onların toplumsal pozisyonunun ifadesi bakımından önemlidir. İstanbul’a gelen kişilerin yeniçeri yazılma veya bir iş bulduktan sonra herhangi bir yeniçeri ortasından himaye görme gibi alışkanlıkları artık bir başkent kültürü halini almış idi. İmparatorluğun çeşitli yerlerinden İstanbul’a gelen insanlardan bazıları da başkentin en alt sosyal sınıfına mensup diyebileceğimiz hamallar, kayıkçılar gibi meslekleri tercih etmişlerdi. (Kafadar, 1981: 81) İlgayı müteakip bunlara mürûr tezkereleri verildi ve İstanbul’dan gönderildiler. Bunlarla birlikte zahancı, kireççi, destereci, taşçı, kurabiyeci, kağıtçı, kuruyemişçi ve manav esnafından da birçok kimse ocakla münasebetleri dolayısıyla Kütahya, Tulca, Bursa, Sinop, Gelibolu, Kastamonu ve Bartın gibi şehirlere sürgün edildiler. (Yaramış, 2006: 101)

Bu kapsamda 1802’de hazırlanan bir defterin verilerine göre de İstanbul’daki 6.500 kayıkçıdan 2000’i askeri unvana sahipti. Haliç kıyısında Yenikapı, Bahçekapı, Balıkpazarı, Yemiş, Çardak, Balkapanı ve Balat iskelelerindeki hamalların çoğunun ya Yeniçeri Ocağı mensupları ya da taslakçılar olduğu ve her iskelenin bir yeniçeri ortasının kontrolünde olduğu belirtilmekteydi.

Sunar (2010: 27) bu hamalları Ocak mensubu değil de taslakçı olarak kabul etme taraftarıdır. Ne olursa olsun ilga sonrası bu sektörden birçok kişi ya sürgüne gönderilmiş ya da idam edilmiştir. Baykara’nın eklediğine göre bu sırada kayık sıkıntısı çekilmiş olup hamalların yerini de Ermeniler almıştır.

Yeniçeriler isyan sırasında kayıkçı, ırgat ve hamallardan bazısını yağmaya teşvik etmişlerdi ki bu yağmacılar da takibata uğrayanlardandır. Bunların büyük bir kısmı memleketlerine sürüldüler. Bu arada tulumbacı ocağının kaldırılışından yeni bir teşkilat kuruluncaya (birkaç ay sonra kurulmuştur) kadar İstanbul yangınlarına müdahale edecek kimse kalmamıştı. (Baykara, 1995: 3)

Bu kapsamda mesela Sunar’ın çalışmasına göre yeniçerileri piyasada düzen bozucu olarak görmek bir yana bazen onların da standart lonca düzeni çerçevesinde çalıştığını görebilmekteyiz. Örneğin 96. Cemaat ortasına ait esame defterlerinde çırak lakabına sahip yeniçerilerin varlığı bu noktada câlib-i dikkattir. Söz konusu defterlere dair önemli bir husus da çırakların isimlerinin genelde ustalarının isimleri ile birlikte kaydedilmiş olmasıdır. Bu doğrultuda yine pazar dağılımına bakıldığında da çırak lakabı taşıyan esame sahiplerinin neredeyse yarısı 96. Cemaat mensupları

arasındadır ve en popüler meslek olarak görünen sepetçilik mesleği ile meşgullerdir. Yine mesela bu çıraklar arasında alemdar rütbesine sahip bir yeniçeri de vardır. Yani yeniçerilerin sahip oldukları rütbelerle mesleki anlamdaki seviyelerinin aynı olmadığını gösteren örnekler de mevcuttur. Yani yeniçerilerin askeri statülerini kullanarak kendilerine loncalarda zorla yer açtıkları ve ekonomi dışı faktörlerle kendilerine avantaj sağladıkları gibi genellemelerin doğruluğunun sorgulanması da mümkündür. (Sunar, 2010: 68-69)

Bu geniş yelpazeye rağmen esnaf uzun süre kendi aralarına giren yeniçerilere sıcak bakmamıştır. 18. yüzyıla kadar halkın ve esnafın yeniçerilerin normal ekonomik ve hayati faaliyetlere girmesine temkinli yaklaştığı söylenebilir. Yeniçerilerin çeşitli alanlarda halkı rahatsız edici davranışları olmuştur. Bunlar arasında tüccarı haraca bağlama, şahsi menfaat temini, ırza tecavüz, kadınlara saldırma, dolandırıcılık, kendilerinden başka güç tanımama, halka  baskı uygulama, padişahı tehdit etme bunlardan bazılarıydı.(Beyhan,1999: 261-262)

Ancak açıktır ki 18. yüzyıl ile birlikte halkın bu direnişinde bir kırılma olmuştur ve hatta özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında yeniçerilerin ekonomik alanda bir koruyucu olarak belirmesi de onların tamamen halktan bir zümre olması ve hatta halk için önemli bir unsur olmasını sağlamıştır. Yine de yeniçerilerin halk ve nizam ile başı hoş olmayan bir kesiminin olduğunu hatırlatmak gerekir ki klasik esnaf kültürü ile çatışmaları da yer yer devam etmiştir. (Beyhan, 2003:417) Bu çatışma da provizyonist Osmanlı ekonomisinin daha fazla ağırlaşmasına sebep olmaktaydı. İmparatorlukta esnafın şeriata, kanunlara ve özellikle mahallî örfün icaplarına uygun olarak oluşturulan kurallara göre hareket edip etmediği kadı vasıtası ile kontrol edilirdi. (Genç, 2014: 9)

Ancak yeniçerilerin narh düzenlemelerine uymaması, Kadı’nın esnafa dair ceza ve uygulamalarının esnaf-yeniçerilere gerektiği gibi infaz edilememesi ve pazarın kontrolü ile sorumlu olan muhtesibin emri altında çalışan kişilerin 56. Ağa Bölüğü’ne dâhil olan kol oğlanlarından seçilmesi nedeniyle ciddi bir tahkikat ve takibatın olmaması pazarı yeterince bozmayı sağlayan unsurlardı. (Sunar, 2010: 74-75)

Bütün bunlar malumken yeniçeri esnafının bir de loncalar vasıtasıyla pazarda gücünü arttırmış olması da nihayetinde hem kolluk kuvveti olarak hem de ekonomik bir öğe olarak denetim mekanizmasının kendisi olması anlamına gelmekteydi. Böylece Yeniçeri Ocağının kaldırılması ile birlikte her alanda söz konusu olan ve çoğunlukla merkez aleyhine yürütülen bu denetim unsuru da yok edilmiş oluyordu. Namık Kemal de bu hususa dikkat çekerek yeniçerilerin kaldırılmasıyla iç denetim mekanizmasının yok edildiğini ve yeni merkeziyetçi devlet yapısının da bu mekanizmanın yerini dolduramadığını ifade ediyordu. (aktaran, Faroqhi, 2014: 297)

Buna mukabil devam edilirse, yeniçerilerin pazarda bu geniş yelpazeye dağılmaları ve azımsanmayacak nüfusları, düzenleyici ve koruyucu mu yoksa bozguncu bir görüntü mü arz ediyordu diye sorulabilir. Hemen belirtmek gerekir ki bu hususta genel bir kanıya varmak zordur. Zira yeniçerilerin uhuvvet duygusuyla birbirini ve bu şekilde pazarı himaye ettikleri ifade edilebileceği gibi; bu himayeciliğin pazarın muhataplarının, yani halkın lehine mi yoksa aleyhine mi olduğu kesinleştirilemeyecektir. Yani yeniçerilerin pazar için lehte veya aleyhte olacak şekilde ortak bir tavır takınmadıklarını bilmekte yarar vardır.

16. yüzyıldan başlayarak sürekli yoğunlaşan yeniçeri- pazar ilişkisi son dönem yeniçerilerinin verileri ile de olumlanmaktadır. Açıkça denilebilir ki yeniçerilerin toplumdan ve pazardan mücerret bir askerlik düzeni söz konusu değildir. Özellikle 18. yüzyıl anlatılırken bahsedilen yeniçerilerin loncalarda birikmesi ve ‘tipik bir Osmanlı vatandaşı’ olmaları ile güçlenen sosyal ilişkileri makale açısından önemli bir noktadır.

Zira kuvvetli bir muhalif erkin varlığı nihayetinde ilganın sosyoekonomik sonuçlarını da ilgilendirmektedir. Nitekim yeniçerilerin pazarla ve halkla ilişkisi birçokları tarafından alt sınıfların politik sesi olması rolünü bile söz konusu etmiştir.

Yorum yapın