İlk Medeniyetlerin Felsefenin Doğuşuna Etkisi

İnsanın yaşamı; taşıdığı yetileri bakımından gelişmeye, eğitilmeye ve edindiği bilgileri kuşaktan kuşağa aktararak kültür ve medeniyetler oluşturmaya imkân verir.

Bu durum, insanın varlık koşullarına farklı düzey ve şekillerde biçim vermelerinin de yolunu açar; dünyayı ve kendilerini kavrayışlarında çeşitlilik oluşturur. İnsanın toplumsal ve kültürel tarihi, her kültür ve medeniyette kendine özgüdür.

Her medeniyette felsefi düşünce ve disiplinlerin gelişme dönemlerinden önce mitos, masal, mistik öğreti ve tecrübeler belirli bilgi birikimi oluşturmalarını sağlamıştır. Felsefi düşünce, Antik Yunan’da sistematik bir hâle gelmiştir. Sümer, Mezopotamya, Mısır, Çin, Hint ve İran medeniyetlerindeki kozmos ve erdem anlayışları; felsefi düşünce üzerinde oluşum ve gelişim açısından etkili olmuştur.

Mısır Piramitleri
Görsel 1.1: Mısır Piramitleri

Mezopotamya ve Mısır’da yazı öncesi döneme dair pek çok ögeden söz edilir. Ancak onların “yazılı” kültüre geçişleri daha önemlidir. Yazı dilinin oluşması, onun öğretilmesi ve aktarılmasını; yazı materyallerinin (tablet veya parşömenler) üretilmesi ise okulların açılması gibi durumları gerektirmiştir. Bu durum, aynı zamanda üst düşünce üretimi anlamına da gelmektedir.

Yazılı kültüre Sümer (çivi yazısı) ve Mısır ile (hiyeroglif yazı) geçildiği kabul edilir. Felsefi düşünce için de bu kültürler ilkler olarak görülmektedir. Sümerler, çamurdan yaptıkları (kil) tabletler üzerine Gılgamış Destanı ve Hamurabi Kanunları’nı yazmışlardır. Bunlar, düşünce ve medeniyetlerin yazılı kültürdeki ilk büyük örneklerini oluşturmaktadır. Bununla beraber Mısır ve Sümer medeniyetleri özellikle matematik, geometri, astronomi gibi alanlarda önemli bilgiler oluşturmuşlardır (Görsel 1.1).

Hint inançlarında insanı kötülüklerden arındırma ve isteklerin üstesinden gelme esastır. Bunu başarmanın yolları düzenli bilgi ve akıl yürütme teknikleri değil, sezgi ve kişinin iç deneyleridir. Bu yaşamda elde ettikleri yeterlilikler, ölümden sonraki hayatlarının düzeyini de belirler. İnsanın isteklerden arınması onu, ulaşılması gereken en yüce varlığa yani Brahman’a ulaştırır.

Hint inanışlarının temelinde evrenin yaratılışında “su”yun her şeyin kökeni ve canlı kaynağı olduğu fikri de vardır. Kozmosun (evren) inşa edildiği ve aşkın bir insan tasavvurundan türeme anlayışı bunlar arasındadır. İran’da MÖ 1000-600 yıllarında Zerdüşt, ikili (dualist) bir anlayışı öne sürer: Ahuramazda, görünen ve görünmeyen evrenlerin Ehrimen ise kötülük ve yalanın yaratıcısıdır. Yaratılanlar oldukları gibi yaratılmışlardır.

Mani’nin inanç düsturlarında iyilik ve kötülük ilkesinin ikisi de ezelîdir: aydınlık (iyi) ve karanlık (kötü). İkisinin karışımından da dünya oluşmuştur. Mani inancının hedefi, Ehrimen’in egemenliğindeki alanı ve insan bedeninde tutuklu bulunan aydınlığı gün yüzüne çıkararak genişletmektir. Egemen güç olan Tanrı Zervan, akıl ve irade gücüyle bunu temsil eder.

Çin’deyse Taoculuk (Taoizm) inancında asıl olan bireydir. Mistik bir bilmeyle gizlere ulaşılmaya çalışılır. Transa geçerek duyusal bilgi dışına çıkılarak ve evrenin birliği duygusuna varılır. Lao Tse’nin önderi olduğu inanış, evrenin kendiliğinden ne ise öyle olduğuna inanır. Var olan her şey, yani Tao (evrenin doğru yolu, özü) erdemli hayatın da ilkesidir. İnsan için en üstün hayat şekli, üstün akılla Tao’yla birleşmektir.

“İlk Medeniyetlerin Felsefenin Doğuşuna Etkisi” üzerine 3 yorum

  1. Selamlar.Bu bilgiler İçin gerçekten teşekkür ederim.Merakım ve proje ödevimde yardımcı oldu.☻♥

    Cevapla

Yorum yapın