Ruh Beyin Ayrılığı

Akıl ve fikri beynin hacmine, ağırlığına, yoğunluğuna teşekkül tarzına bağlayan maddeciler, bunlardan hangisinin fikri meydana getireceğini tâyin edemiyorlar.

Bu da açıkça gösteriyor ki asıl sebebin bunlardan hangisi olduğunu kendileri de bilmiyorlar. Eğer fikir bu şartların birine değil de toplamına tabidir, denilecek olursa şöyle cevap veririz: Bu hususta inceleme yapanlar bu şartların hepsinin bilinmediğini itirafta birleşmektedirler.

Şu halde bizim ruh dediğimiz bu meçhul şartlardan biri olabilir. Bunun aksi nasıl ispat edilir. Sonra sayılan bu şartları nakzedecek bir çok hâdiseler vardır. Mesela köpeğin beyni koyundakinden fazla değildir ve öküz beyninden küçüktür. Halbuki o koyun ve öküzden zekidir. Bunun gibi filin beyninin ağırlığı insanınkinin üç mislidir. Hayvanların beyin kütleleri eşit olduğu halde bunlardan birinin cüssesi daha küçük olmasından dolayı beyni, niçin akli vazifeye daha uygun olsun? Bunu ispat etmek lazım gelir.

Beyindeki kimyevi sentez de böyledir: Mesela balıkların beyninde fosfor pek fazla olduğu halde bu hayvanın ahmaklığı darbı mesel olmuştur. Delilerin beyninin tahlili sonunda bunlarda genellikle insanlara nisbetle daha çok fosfor bulunmuştur. Flamarion “Bir beynin az çok üç libre ağırlığında bir ilikten beyaz veya sincabi renkte liflerden, fosforlu damarlardan (şahm), su, albümin v.s. mürekkep olduğunu gördük.

Bunların içinde düşünen madde hangisidir, fosfor mu, albümin mi, oksijen mi? Düşünme kuvveti basit bir zerreye, bir atoma bağlı olduğu halde sizin ruhun ölümsüzlüğünü inkâra hakkınız yoktur. Beynin her zerresinde hissetmek kabiliyeti olduğu halde duyuların tabiatlarına göre (Ben) tek değil, çok olmak icabeder. Bu durumda beyinde ne kadar zerre varsa o kadar (Ben) olacaktır. Halbuki insan kendinde bir kaç şahıs olduğunu hiç bir zaman hatırına getirmemiştir. Lâkin her zerrenin kendisi çeşitli şekilde terkip edilmiş atomların, basit cisimlerin bir toplamıdır. Şimdi düşünecek olan her zerre midir? Bu, en saçma bir varsayım.”

Büchner beynin düşünceye hizmet eden kısımlarından birine gelen bir afetin aklı da bozacağını ve bu hususta eğer bir istisna görülürse, bunun âfetin geldiği yarı kürenin vazifesini diğer yarı kürenin yapmasından ileri geldiğini söylüyor: Başının bir tarafı sakat olan bir kimse hayatı boyunca ahmak kalmıştır. Şu halde diğer yarı küre, hasta olanın vazifesini yapmamıştır. Öyleyse beynin düşünmeye yarayan kısımlarından birine gelen bir hastalığın istisna olarak zekâyı bozmadığını Büchner bile itiraf ediyor. Zira bu kürelerin birbirinin yerine geçmesi bütün hallere şâmil değildir, diyor.

Büchner ruh müstakil bir şey olsaydı kloroform koklayınca kendini müdafaa ederdi, diyor: Hayat devam ederken ruha nasıl vazifeyi terk etti denir. Duyu âleti olan beynin bozulmasıyla duyuların da bozulması zarari değil midir? Büchner beyinleri çıkarılan bazı hayvanların zihni kuvvetleri kesildiği halde sunʼi şekilde besleyince senelerce yaşadıklarını söylüyor. Ruhun beyinden bağımsız bir varlık olduğuna bundan iyi ne delil olabilir. Büchner beynin basit değil karmaşık olduğunu söylüyor. Beynin terkibinde keşfedilmemiş cisimler veya ayrı cinsten şekiller olsa idi kitaplarda okurduk. Bu cevap değil, spiritüalistlere bir silâhtır. Çünkü onlar bu milyonlarca hücreleri merkezlendiren ve düşüncenin bütünlüğünü meydana getiren bir şeyin varlığı zaruri değil midir? diye bir sual sorabilirler.

Büchner spiritüalistlerin beyni bir piyanoya benzetmelerini küçük görüyor. Böyle her yönden piyanoya tâbi bir piyanist tasavvur edilebilir mi, diyor. Çünkü ona göre fikir beynin bir fiilidir ve piyano kendi kendine çalar. O hâlde Büchner vahdet ve aynilik gibi sıfatlarla maddeye mahiyetce tamamen zıt olan fikri, maddenin nasıl husule getirebileceğini izah ve ispat etmeliydi. Halbuki maddeciler buna hiç bir zaman muvaffak olamamışlardır. Şu halde ruhcuların teşbihleri pek doğrudur. Beyin, ruhun duyular âlemine özgü bir idrâk aletidir. Ve onun bir sazı gibidir.

Piyanist yani ruh kâmil ve maharetli olunca küçük bir piyano ile pek büyük maharetler göstermekte ve olgun olmayınca, en büyük piyano ile ancak çok âdi bazı nağmeler yapabilmektedir. Fakat piyano bozulunca piyanist ne kadar maharetli olsa icra edeceği nağmelerin âhenkli olmaması pek tabiidir. Büchner ruhun merkezi beyindir, diyor. Halbuki beyin ruhun bir âletidir. Ruh bir takım vazife ve fiillerden ibaret olamaz. Çünkü o halde bunlar arasında vahdet ve irtibat bulunmaz. Şahsiyet ve aynilik böyle bir varsayıma mahal bırakmaz.

Şu halde ruha beyinde bir yer tâyinine çalışmak abestir. Ruh hayatın başlangıcıdır, bedenin her tarafında mevcuttur. Düşünce, hâfıza, hayal gücü onun kuvvetleridir. Bunları beyin vasıtası ile kullanır. Hayvan ruhunu terkip eden kandır. İnsan ruhu ise mahiyeti meçhul bir rabbanî lütifedir. Kanı sevkeden kalpdir. Şu halde kalbe hayat veren beyindir, demek doğru olmayıp aksine beyne hayat veren kalpdir demek lâzım gelir. Şu halde beyne ruhun merkezi gözüyle bakmak nasıl doğru olur?

İsmail Fennîʼnin bu bahse ait son sözlerini şunlar teşkil edebilir: Ruhu bedenden tamamen ayıran vahdet, basitlik ve aynilik delilleri iptal edilmedikçe ve uzvi cisimlerden her birini ona mahsus bir plan gereğince tanzim ve teşkil edecek maddi bir sebeb gösterilmedikçe ruhun varlığını inkara hiç bir şey yetki veremez. Beden, meni içinde bir zerre iken beyin teşekkül etmemiştir. Onu çocuk haline koyan, sonra her organını bir plân üzere ve belli bir nisbet dairesinde teşkil eden şey ruhtur. Bu, bilinen maddenin yapacağı bir iş değildir. Eğer ruh Büchnerʼin dediği gibi beynin bir vazifesinden ibaret olsa idi, bugün psikolojiyi öğretim programlarından kaldırmak icabederdi.

Yorum yapın