Osmanlı Harem-i Humayunu’nda Aile

Osmanlı sultanlarından I. Süleyman’ın (Kanuni) şehzadeleri ile yaptığı yazışmalar aile büyüğünün ailenin diğer fertlerine bakışını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu ilişkiye en güzel örnek şehzade Mehmed’in yazdığı mektuptur. “… validem iyidir, ama ayrılığınız sebebiyle gece-gündüz iniler. Şehir ahvali şimdilik iyilik üzeredir. …Hayreddin Paşa düşmanı yenip, 180 kadırgasını zapt etmiş, geri kalanını denize gark etmiş. Benim sultanım, Menavi’nin ikinci babını okurum.” demektir.

Şehzadenin babasına çok yakın olduğu, ifadesinden anlaşılıyor. Padişah bu oğlunu çok severdi. Gerçekten de onu 21 yaşında kaybettiğinde kahrolmuştu. Onun için yaptırdığı Şehzade Camii ve külliyesi, içindeki türbesi, sandukasının üzerine kurduğu sembolik taht bunun en önemli göstergesidir. Kanuni eşi ve çocuklarıyla meşgulken kız kardeşlerini de ihmal etmemiştir.

Osmanlı Harem-i Humayunu’nda Aile

Hatice Sultanı ders arkadaşı ve çocukluk arkadaşı İbrahim Paşa ile evlendirmiş, muhteşem bir düğün yapmıştır. Diğer taraftan Lütfi Paşa ile evli olan kız kardeşi Şah Sultan’ın kocasıyla yaşadığı bir olaya müdahale de etmek zorunda kaldığı bilinir. Çünkü Lütfi Paşa hanımının üzerine yürür ve hançer çeker ve olaya Kanuni’nin tepkisi kardeşinin boşanmasını sağlamak olur ve aynı zaman da paşayı görevlerinden azleder.

Temelde aile yapısını oluşturan karı-koca ve çocuklardır. Ama söz konusu Osmanoğlu ailesi olunca bu husus daha bir geniş bir zaviyeden değerlendirmeye muhtaç oluyor. Osmanoğlu ailesi her ferdiyle özellikle erkek fertleriyle aile bünyesinde birbirlerine ilişkiler hususunda destek vermiştir. Bu ilişkileri şekillendiren ve belirleyen ise; aile üyelerinin ailedeki statüleridir. Bu bağlamda Osmanlı ailesindeki statü ve rollerin gözlemlenmesinde yarar vardır.

Kocaya karşı, karısının ailedeki pozisyonu, mülk edinebilme ve tasarruf hakkı gibi hususlar, ailedeki kadının statü ve rollerinin belirlenmesi ve Osmanlı ailesi ile ilgili yapılacak genellemelere katkıda bulunması bakımından önemlidir. İslâm, aile yöneticiliğini kocaya vermiştir. Her aile üyesinin ailedeki fonksiyonunu düzenli olarak yerine getirebilmesi, üyelerinin gözetilmesi, ailenin devamı ve korunması için gerekli olan yöneticilik rolünün, keyfi ve nefsanî arzular için kullanılmasına ise izin verilmemiştir.

Toplumda koca ile eş birlikte bir şahsiyet olarak değerlendirilmiştir. Kocanın yöneticiliğine itaat, İslâm ahkâm ve ahlâkına uygun olduğu sürece olup, zulüm ve haksızlık durumunda yargıya başvuru hakkı vardır. Burada kişilerin makam ve konumlarının İslam ritüellerine göre bir anlamı da yoktur.

Osmanlı toplumunda yasal olarak kabul edilen, irsi bir aristokrasi yoktur. Sosyolojik kavramlar çerçevesinde üretici ve denetici veya yönetici ve yönetilen sınıfla mevcuttur. Ortaya çıkan güçlü derebeyi ve ayanlar ise kısa zamanda silinmiştir. Kapalı kastlar veya imtiyazlı sınıfları devam ettiren evlilik düzeni, evlilikle doğan soyluluk imtiyazları veya irsi haklar söz konusu değildir.

Devleti yöneten hanedanın evi olan “Harem” ise özgün bir müessesedir. Osmanoğulları sülalesinin hâkimiyet kalıpları da özgündür. Hanedanın azalığı, evlilik kuralla rı, padişah çocuklarının ve soyun devamı için geliştirilen usul ve adetler Osman oğulları hanedanına özgün kurallardır. Altı asır boyunca hiç kimse Osman oğulları ailesini uzaklaştırmayı ve tahtlarına gelmeyi düşünmedi, böyle düşünenlerden sırf hükümdarlar değil etraftaki halk da hoşlanmadı. Osmanlılar XVI. yüzyıldan sonra doğulu Müslüman hanedanlarla evlilik bağı kurmadılar.

Padişah oğulları cariyelerle evlendi, padişah kızları da yabancı veya yerli hanedanlardan olmayan devşirme paşalar veya halktan çıkan rütbe sahipleriyle evlendiler. Osman oğulları ailesinin yaşadığı mekân olan saray hanedan azasının ilişkileri ve Harem-i Hümayun halkının, sultanların yaşam ve eğitimi, XIX. yüzyılda büyük gelişme ve değişim geçirdi.

XVII. yüzyıla gelindiğindeyse şehzadelerle babaları arasındaki ilişki değişmiştir. Bunda şehzadelerin sancaklara gönderilmesinin yasaklanması da etkilidir. Şehzadeler, padişah olduktan sonra çocuk sahibi oluyorlar, çoğu kez çocuklarını bile tanımadan ölüyorlardı. XVII. yüzyılın başında, sancağa çıkmadan 14 yaşında padişah olan I. Ahmed, oğlu II. Osman’ın sarayda eğitim almasına olanak sağladı. Ancak I. Ahmed’den sonra başa geçen Mustafa ruh sağlığının bozuk olması sebebiyle tahtan indirildi ve yerine II. Osman getirildi. XVII. yüzyılda, ailede baba varlığının pek hissedilmediği, sağlıklı bir ilişkinin olmadığı, kadınlarının hâkimiyetinde bir dönem olarak geçmiştir.

Yüzyılın sonuna doğru şehzadelerin kafeste tutularak adeta varlıklarının gizlenmesi, hanedanın kızlar yoluyla adını duyurması sonucunu getirmiştir. Padişah kızları ekonomik yönden güçlendirilmiş, kendilerine mülkler temlik edilerek zenginleştirilmiştir.

III. Mustafa’nın kızları Beyhan ve Hatice sultanlarla I. Abdülhamid’in kızı Esma Sultan, kendi adlarına Boğaz’da sahil saraylar yaptıracak kadar varlıklıydılar. Dönemin en modern yaşayanlarıydılar. Birbirlerinin saraylarında yatılı ağırlamak, sazlı, sözlü eğlenceler tertip etmek oldukça aralarında yaygındı.

Abdülmecid ise Osmanlı hanedanında özellikle taht için eğitilmiş bir sultandır. Hem geleneksel hem de Batı eğitimi almıştır. Ayrıca Abdülmecid, çocuklarının eğitimi ile de son derece ilgilidir. Onların Batı’nın doğru ve düzgün değerlerini verebilmek adına oldukça çabalamıştır. Bir enstrüman çalınması, yabancı bir dil öğrenilmesi Veladet-i Humayun -özellikle dönemin yabancı dili olan Fransızcahususunda oldukça hassas davranırdı.

Abdülmecid’in bu çocuklarına duyduğu ilgi ve alaka annesi Bezm-i Alem Valide Sultandan gelmedir. Çünkü Bezm-i Alem Valide Sultanoğluna oldukça düşkün bir hanımdır. Mektuplarından sempatik, cana yakın bir hanımefendi olduğu anlaşılmaktadır. 1850 yılında Abdülmecid’in çıktığı Bursa-Mudanya-Çanakkale seyahatleri sırasında, onun çok sevdiğini bildiği tatlı poğaçalardan yaptırıp göndermesi, tam bir sevecen anne görüntüsü verir.

Yorum yapın