İyi Nedir?

“İyi nedir?” felsefedeki en eski sorudur. Batı felsefesi, bu sorunun yanıtını düşünmenin en az üç ana tarzını sunmaktadır: doğalcılık, doğalcılık karşıtlığı ve erdem etiği.

Bunların her birinin birkaç türü vardır. En başta gelen doğalcı Platonʼdur. Platon, iyiliğin evrensel bir biçimi olduğunu savunan esasçı (essentialist) geleneği kurmuştur. Platonʼa göre biçim bir ideadır, maddesel bir şey değildir ama yine de gerçektir.

O, görünümler dünyasını – gözlemlediğimiz hâlleriyle somut şeyleri– idealar dünyasından veya biçimlerden ayırır. Dünyadaki bütün şeyler biçimlerin kopyalarıdır ve biçimler mükemmel (yani ideal) olmakla birlikte, kopyalar ister istemez kusurludur. Platon ve yandaşlarına göre bir iyilik ideali mevcuttur.

Ahlaki varlıklar olarak bizim görevimiz, ideali yapabildiğimiz kadar iyi kopyalamaktır. Zaman geçtikçe ve biz bilgi kazandıkça iyilik idealine hep yakınlaşarak gittikçe daha iyi kopyalar yapabilmeliyiz. İdealar âleminde iyilik güneş rolü oynar, onun parlaklığı bütün öbür ideaları da aydınlatır.

Platon, bununla birlikte iyiliğin belli bir tanımını vermez, veremeyeceğini de söyler. Zihnin bunun özünü sözcüklere sığdıramadığı hâlde kavrayabileceğine inanır. Bu yuvarlak bir şeydir. İyi bir insan, bu (tanımlanamaz) özle dolu bir insandır; bu (tanımlanamaz) özle dolu bir insan, iyi bir insandır. Bu yüzden, bu akıma katılmak için, açık olmaktan ziyade sezgisel bir iyilik bilgisiyle barış yapmanız gerekir.

Platon, ahlaki davranış için etik eğitiminin can alıcı önemi olduğuna sıkı sıkıya inanıyordu. Eleştirel düşünme yeteneklerinin (Onun zamanında bu, Öklitçi geometri demekti.) ahlaki mantığın zorunlu işaretçisi olduğu konusunda ısrarcıydı. Bu bakımdan, bizim küçük çocuklara etik öğretme biçimimizden dehşete düşerdi. Platon, Amerikan eğitimini bir bütün olarak değerlendirme imkânına sahip olsaydı, bu eğitimi etik bakımdan zayıflatılmış ve ahlaki olarak iflas etmiş bulurdu.

Biz de etiğe girmeden önce Platonʼun öğüdünü dinleyip eleştirel düşünme ve matematik konusunda bir temel oluşturmalıyız. En azından çocuklara sebep ve sonuç üzerinde düşünmeyi öğretmeliyiz. Eğer küçük bir çocuk ebeveyniyseniz günde kaç defa “Filan şey yapılmaz.” veya “İyi bir kız olup, … yap!” veya “Bu yaptığın kötü!” dediğinizi bir düşünün. Doğru, iki yaşında bir çocuğa her şeyin nedeni konusunda açıklama yapmayız. Fakat çocuğunuz büyüdükçe onlara nedenlerin ve niçinlerin daha fazlasını vermeli ve çocukların eylemleri hakkında kendi ahlaki mantık yürütme yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olmalısınız yoksa kurallarınız görünüşte, sadece gelişigüzel bir düzenleme listesi olarak kalacaktır. Okullar artık bu eğitimi sizin için vermiyorlar ve bunlar olmadıkça çocuklarınız kişisel ve sosyal olgunluğun gerektirdiği gibi kendilerini ahlaki olarak denetleme yeteneğine sahip olamayacaklardır.

Wilson (Vilsın) gibi sosyal biyologlar, Platonʼun temel görüşlerini paylaşmasalar bile etiğin doğadan çıktığına inandıkları ölçüde doğalcıdırlar. Dinler de doğalcıdır çünkü onlar da iyiliği, onu bize ihsan ettiği farz edilen Tanrıʼya atfediyorlar.

“İyi Nedir?” sorusu konusunda ikinci büyük Batılı düşünce ekolü, kendisinin de çeşitli türleri olan, doğalcılık karşıtlığıdır. Doğalcılık karşıtlığı, genel olarak doğadaki hiçbir şeyin iyi ya da kötü olmadığını söyler. Yani, doğal olan ile ahlaki olan farklıdır. Bir nominalist (adcı) olan Hobbes, bu ekolün en önemli taraftarıdır. Görmüş olduğumuz gibi, nominalistler evrensel kuralların bulunmadığını ve iyi ile kötünün sadece şeylere bizim verdiğimiz isimler olduğunu savunurlar. Uygulamada ahlak, dar, kişisel ve özneldir. Temel kurallar konusunda hemfikir olan iki kişi bulunamaz. Bu da neden bu kadar kolay anlaşmazlığa düştüğümüzü açıklayan bir şeydir.

Başka önemli bir doğalcılık karşıtı olan Moore, aletler ile ölçebileceğimiz birçok şey bulunduğu hâlde iyiliğin bunlardan biri olmadığına inanırdı. İyilik, tersine, tarif ve tahlil edilemez bir şeydir. Ona değer biçmeye kalktığımızda “doğalcı mantık hatası” yapmış oluruz. Moore, ölçülebilir bir iyilik özü kabul etmez. Ona göre iyinin ne demek olduğunu kimse söyleyemez ve bu, kesinlikle şeyleri bir nitelendirme meselesi değildir (Bu noktada Hobbesʼtan ayrılır.). Moore, doğru ve yanlış hareketlerin olduğuna fakat bunların herhangi somut bir iyilik kavramından türetilemeyeceğine inanırdı.

“O hâlde ʻiyilikʼ, bir şeyin iyi olduğunu söylediğimizde, bununla eğer onun sahip olduğunu öne sürdüğümüz niteliği kastediyorsak kelimenin gerçek anlamında bir tariften yoksundur.” – Moore

Hume, Mooreʼun düşünce dizisini önceden ortaya koydu. Ona göre “olması gerekenin, olandan türetilmesi” asla mümkün değildi. Bunun anlamı, yapılması gereken konusunda sadece yapılmış olandan sonuç çıkarılamayacağıydı. Örneğin, sadece X, Yʼye zarar verdiği için, Xʼin Yʼye zarar vermesinin mutlaka yanlış olduğu söylenemez. Bu sonuç ancak başkasına zarar vermenin yanlış olduğu ek varsayımından çıkar. Fakat o zaman ahlaki bir ilkeyi ispatlamış değil, varsaymış olursunuz. Hume, bazı değer yargılarına varmakla birlikte, bunların katı gerçeklerden çıkarılmadığını kabul etmemiz gerektiğini vurgulamıştı.

İyilik konusunda düşünmenin üçüncü bir yolu, şimdiye kadar çeşitli nedenlerle görmüş olduğumuz, Aristoʼnun sözde erdem etiğidir. Erdem etiği, iyiliğin erdemlerin bir ürünü olduğuna inanır. Onlara erdemleri aşılarsak insanlar iyi olacaklardır. Bu görüş, Konfüçyüsçüler ve birçok dinî ahlakçı tarafından da geliştirilmiştir.

“Bu yüzden, genel olarak korku, gurur, şehvet, öfke, merhamet, haz ve acı nedeniyle fazla ileri gitmek veya yeterince ileri gitmemek mümkündür. Fazlalık ve eksiklik aynı şekilde yanlıştır fakat bu duyguları doğru zamanda, doğru amaçla, doğru kişiye karşı, doğru nedenle ve doğru tavırda duymak, erdem anlamına gelen, vasat veya en uygun iyiliktir.” – Aristo

(Prof. Dr. Lou Marinoff, Felsefe Terapisi, Sayfa 213-216)

Yorum yapın