Allah’a Karşı Vazifelerimiz Nelerdir?

Vazife; şahsi, ve sosyal hayatımızın düzenini sağlamak, saadet ve selamete ulaşmak için hem kendimize hem Yüce Allah’a (c.c.) hem de başkalarına karşı yapmayı manen üzerimize aldığımız fiil ve durumlardır. Vazife, akıl ve irade sahibi insanın yaratıcısına, kendi nefsine, ailesine, topluma ve diğer bütün varlıklara karşı sorumluluklarını içerir.

İslam ahlakında vazifenin kaynağı dinimizdir. Bize vazifelerimizi ilk öğreten Allah’tır(c.c.). Kur’an-ı Kerim’den sonra vazifenin en önemli kaynağı Peygamberimizin(s.a.v.) sünnetidir. Dinimizdeki emirler, yasaklar, farzlar, vacipler, helaller ve haramlar insanların vazifelerinin neler olduğunu açıklayan hükümlerdir. Bu sayede Müslümanlar inanç, ibadet ve ahlak bütünlüğü bakımından vazifelerinin neler olduğunu bilir ve buna uygun bir hayat sürer.

Allah'a Karşı Vazifelerimiz

Muâz (r.a.) anlatıyor:
“…Resulullah, “Ey Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkını ve kulların Allah üzerindeki hakkını bilir misin?” diye sordu. Ben, “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a kulluk, ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir…” (Buhârî, Cihâd, 46.)

Müslümanlar için vazife, dine dayandığından dolayı yüce ve kutsal bir durumdur. Vazifenin gayesi, dünya ve ahirette hayıra, mutluluğa, kurtuluşa ermek için Allah’ın (c.c.) emrini yerine getirmektir. Vazifelerin yerine getirilmesi Allah’ın(c.c.) sevgi ve rızasını kazandırarak mutluluk ve huzura vesile olur. Vazifelerin yerine getirilmemesi ise insanı Allah’tan(c.c.) uzaklaştırır ve bunun sonucu olarak da mutsuzluğa, dünyevi ve uhrevi cezalara neden olur.

Allah’a(c.c.) karşı olan vazifelerimizin başında Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmek, hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak gelmelidir. Yüce Allah(c.c.), dünyayı ve içindeki her şeyi insan için yaratmıştır. İnsanı da Rabbini bilip tanısın diye var etmiştir. Her insanın yaratılış amacı ve vazifesi; Allah’ı(c.c.) bilip tanımak ve O’na yaraşır güzellikte bir kul olmaktır.

Yüce Allah(c.c.) birdir; eşi, benzeri, ortağı yoktur. “Tek Allah inancı” demek olan “tevhit inancı” dinimizin temelidir. Tevhidin zıddı olan olan şirk ise Allah’tan(c.c.) başka varlıklara ilahi özellikler atfetmek, onları rab ve ilah kabul etmek demektir. Allah’a(c.c.) şirk koşmak, dinimizde en büyük günah olarak nitelenir. Kendisini bize tanıttığı şekliyle O’nun varlığına iman etmek asli vazifemizdir.

Allah’a(c.c.) karşı olan vazifelerimizden bazıları şunlardır:

Marifet; sözlükte bilmek, tanımak, ikrar etmek demektir. Terim olarak ise kulun Allah’ı (c.c.) tanıması, O’nun hakkında bilgi sahibi olmasıdır. Kulun Allah’ı(c.c.) sıfatları, fiilleri ve isimleriyle tanımasıdır. Yüce Rabbimizi isim ve sıfatlarıyla tanımaya çalışmak her Müslümanın ilk vazifelerindendir. Allah’ın(c.c) marifetine ermenin ilk adımı O’na sağlam  ve doğru bir şekilde iman etmektir. Mümin, iman nuru sayesinde Yüce Allah’ın(c.c.) ilahi mevcudiyetini ve yakınlığını hisseder. O’na olan marifeti arttıkça kul olmanın zevkini tadar, ibadetlerinde ve davranışlarında samimi ve ihlaslı olur. Allah’ı(c.c.) tanımak en büyük mutluluk ve sevinçtir.

“Allah, O’ndan başka ilah yoktur; O, Hayy’dır, Kayyûm’dur.  Kendisine  ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.”

Ubudiyet; sözlükte, kulluk, itaat, boyun eğme, ibadet etme  anlamlarına  gelir.  Terim olarak ise Allah’ın(c.c) rızasını elde edebilmek için emirlerini içtenlikle yerine getirip yasaklarından kaçınma anlamına gelmektedir. Ubudiyet, ibadetten daha geneldir. İbadet belirli bir zaman ve mekânda yapılırken, kulluk her zaman ve mekânda olmalıdır. İnsanın her türlü söz ve davranışlarıyla Allah’a(c.c.) karşı sevgi ve saygı bağlılığını göstermesi ubudiyetin gereklerindendir.

Yüce Allah(c.c.) insanları kendisine kulluk etmeleri için yarattığını Kur’an-ı Kerim’de Zariyat suresi 56. ayette şöyle buyurmaktadır; “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Bu yüzden insanın bu dünyada gayesi, Allah’a (c.c.) ibadet etmek, O’nun rıza ve sevgisini kazanacak ameller işlemektir. Böyle düşünen ve inanan Müslümanın her sözü, her davranışı ibadet hükmünü alır.

Bir Müslümanın yerine getirmesi gereken namaz, oruç, zekât, hac gibi “farz” ibadetler olduğu gibi “nafile” adı verilen ve farzlar dışında yapılan ibadetler de vardır. İbadetler sayesinde kul, Rabbi olan Allah’a (c.c.) yakınlaşır, gerçek mutluluğa ve huzura erer. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz, “Ey huzura kavuşmuş nefs! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr suresi, 27-30. ayetler) buyurmaktadır.

Allah’a(c.c) gerçek anlamıyla kul olmak, maddi, manevi diğer bütün şeylere kul olmaktan insanı kurtarır. Allah’ın(c.c.) gönderdiği bütün peygamberler insanları sadece Allah’a (c.c.) kul olmaya davet etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de; “Andolsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tağuttan kaçının’ diye peygamber gönderdik…” (Nahl suresi, 36.ayet) buyrulmaktadır. İnsanın Allah’a(c.c.) olan kulluğu son nefesine kadar devam etmelidir. “Sana ölüm gelinceye kadar Rabb’ine ibadet et.” (Hicr suresi, 99.ayet) ilahi buyruğu bu durumu ifade etmektedir.

Muhabbet; bir şeyi canı gönülden sevmek ve sevilen şeye bağlanmak demektir. Bu anlamda insanın sevgisine en layık olan Allah’tır(c.c.). Kur’an-ı Kerim’de, “…Müminlerin Allah’ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir…” (Bakara suresi, 165. ayet.) buyrularak  bu sevgiye işaret edilir. Allah’ı(c.c) sevmenin başlıca alametinin Peygamber’e bağlılık ve onun yolunu izlemek olduğunu Kur’an-ı Kerim’de Âl-i İmran suresi, 31.ayette görmekteyiz. “(Resulüm! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

Yüce Allah(c.c.) kullarını karşılıksız sever. Bu sevgi sonsuz bir sevgidir. Böyle bir sevgi karşısında insan, Allah’a(c.c.) muhabbet duyar. Yüce Allah’ın(c.c.) isimlerinden biri olan “El-Vedûd” ismi, “en çok seven, en çok sevilen ve sevginin kaynağı” gibi anlamlara gelir. Dünya ve ahiretteki bütün güzel ve temiz sevgilerin kaynağı Allah’tır(c.c.). Sevgiyi yaratan ve bu güzel duyguyu bizlere tattıran Yüce Rabbimizdir.

Ta’zim; Allah’ın(c.c.) yücelik ve azametini kabul ve tasdik ederek O’nun karşısında saygılı ve edepli olmaktır. İnsanın, Allah’a(c.c.) olan ta’zim duygusu, O’nun dinine ve mukaddes değerlere de yansır. Ta’zim duygusuyla hareket eden Müslümanlar, İslam dininin şiarları (alametleri) kabul edilen ibadetlere, Kur’an-ı Kerim’e, camilere, ezana karşı son derece hürmetli davranırlar. Ayrıca vatan, millet ve bayrak gibi değerlere karşı saygımız da Rabbimize ve dinimize olan ta’zim duygusuyla yakından ilgilidir.

Teslimiyet; boyun eğmek, itirazsız bir şekilde kabul etmek demektir. İslam kelimesi de, teslimiyet, barış ve kurtuluş gibi anlamlar içerir. İslam, Allah’a(c.c.) teslim olmak, bu dünyada barış ve huzur içinde yaşamak ve ahirette de kurtuluşa ermektir.

Teslimiyet, Yüce Allah’a(c.c.) gönülden bağlanmak demektir. Teslimiyet, Allah’ın hükümlerine gönül rızası ile baş eğmektir. Bir Müslüman her şeyiyle Allah’a(c.c.) bağlanır. O’nun verdiği görevleri yapmaya, yasakladığı şeylerden uzak durmaya çalışır.

Allah’a(c.c.) teslimiyet, sağlam bir tevhid inancı ile mümkündür. Bütün güç ve kudretin Allah’a(c.c) ait olduğuna inanan, O’nun izni olmadan hiçbir şeyin fayda veya zarar veremeyeceğini bilen, her şeyin Allah’a muhtaç olduğunu anlayan kimse, Allah’a tam olarak teslim olur.

Allah’a(c.c.) teslim olan insan, O’nun koruması altına girer ve güven içinde yaşar. Bütün güç ve kudretin Allah’a(c.c.) ait olduğuna inanır. O’nun izni olmadan hiçbir fayda veya zararın olamayacağını bilir. Allah’a(c.c.) tam teslimiyet; sağlam bir iman, marifet ve O’na derin bir muhabbet beslemekle mümkündür.

Tevbe; Allah’a(c.c) karşı vazifelerimizden biridir. Tevbe, işlenen  günahlardan pişman olup, Allah’tan(c.c.) af dilemek ve bir daha o günahı işlememeye gayret etmektir. Günah işleyen kimse, şeytan ve nefsinin isteğine yenik düşmüştür. Bu durumdan tevbe ederek kurtulabilir. Tevbe etmenin ilk şartı, günahlardan pişmanlık duyarak Allah’tan(c.c.) bağışlanma dilemek daha sonra ise tekrar günah işlememeye söz vermek ve gayret etmektir.

İnsan aciz ve sınırlı bir varlık olduğundan dolayı hata ve günah işleyebilir ancak önemli olan hata ve günahta ısrar etmemektir. İşlenen hata ve günahlardan dolayı hemen tevbe edilmesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah(c.c.) şöyle buyurmaktadır; “Onlar ki, bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân suresi, 135. ayet.)

Yüce Rabbimiz, “…Şüphesiz Allah çok tevbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.” (Bakara suresi, 222. ayet.) buyurarak tevbe edip, günahlarından temizlenenleri sevdiğini bildirmiştir. Peygamber Efendimiz(s.a.v) de bir hadisinde, “Biriniz kaybettiği hayvanını bulduğu zaman ne kadar seviniyorsa muhakkak Allah da sizden birinin tevbesine bundan daha çok sevinir. ”(Müslim, Tevbe, 2.) buyurmuştur.

Allah'a Karşı Vazifelerimiz Nelerdir

Takva; sözlükte korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek anlamlarına gelir. Terim olarak ise dinin emir ve tavsiyelerine uyma, haram ve günahlardan kaçınma hususunda gösterilen titizlik anlamına gelir.

Takva sahibi olmak imanın gereğidir. En önemli takva duygusu küfre ve şirke düşmekten sakınmaktır. Daha sonra günah işlemekten ve dinen şüpheli şeylerden uzak durmak gelir. Takvanın en üst mertebesi ise Allah’tan (c.c.) uzaklaşmamıza neden olan her türlü duygu, düşünce ve davranışı terk etmek, kendimizi bunlardan korumaktır.

İnsanın Allah(c.c.) katındaki değeri takvası ölçüsündedir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz, “…Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…” (Hucurat suresi, 13. ayet.) buyurarak takvanın önemini belirtir.

Allah’a (c.c.) karşı sorumluluk duygusuna sahip olan insan, bu dünyaya gönderiliş amacına uygun bir hayat sürmeye çalışır. Yüce Allah’ın (c.c.) kendisinden istediği vazifeleri yaparken sorumluluk duygusu ile hareket eder. Allah’ın (c.c.) emirlerini yerine getirmede titiz ve özenli davranır. Yasaklarından da kaçınır. Dünya hayatının bir imtihan olduğunu asla unutmaz. Diğer canlıların ve insanların haklarına riayet eder, kimseye zulmetmez. İnsan yaptıklarından sorumlu olacağı duygusu ile söz ve davranışlarının bir karşılığı olduğunu aklından çıkarmaz.

Allah’a (c.c.) karşı olan vazifelerimizden biri de havf ve reca dengesi içinde  olmaktır. Havf; sözlükte korkmak, kaygılanmak, endişe duymak gibi anlamlara gelir. Terim anlamı ise hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korkudur.

Kur’an-ı Kerim’de havf kelimesi dünyevi korku ve kaygıları ifade etmekle beraber Allah(c.c.) korkusu, azap korkusu, ahiret kaygısı, günah işleme endişesi gibi dinî kaygıları da ifade etmektedir. Allah’tan(c.c.) korkmak demektir. Müslümanın Allah’tan(c.c.) korkması, O’na duyduğu ta’zim ve muhabbet nedeniyledir. Allah’tan(c.c.) korkan bir kul, yaptığı her şeyin hesabını vereceği bilinciyle hareket eder. Allah’ın(c.c.) rızasını kaybetmekten ve O’nun azabına uğramaktan korkar.

Reca; sözlükte ümit, emel, beklenti, istek gibi anlamlara gelir. Terim anlamı ise, kulun Allah’ın(c.c.) rahmetine güvenerek ümit içinde olmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’a(c.c.) kavuşmayı ümit edip buna göre hazırlık yapanlar övülmüş, Allah’a(c.c.) kavuşmayı ummayıp kötülükte devam edenler yerilmiştir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır; “De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.” (Zümer suresi, 53.ayet)

Havf ve reca duygusu, Allah’a(c.c.) karşı olan vazifelerimizde dengede olmayı ifade eder. Ümide kapılarak “Nasıl olsa Allah beni affeder?” düşüncesi ile ibadetleri ihmal etmek ve günahları işlemekte ölçüsüz davranmak doğru değildir. Aynı zamanda “Günahım o kadar çok ki Allah beni affetmez.” diyerek ibadet ve iyiliklerden geri kalmak da doğru değildir. Bu yüzden Müslümanın yapması gereken korku ile ümit arasında olmaktır.

Yorum yapın