Osmanlı Hanedanının Aile Yapısı ve Güncel Yaşamına Genel Bakış

“Osmanlı Ailesi” çok geniş içerikli bir kavramdır. Bu kavramın içinde her şeyden önce imparatorluğu yöneten “hanedan” vardır. Osmanlı içindeki hukuki farklılaşmaya rağmen tarihi-kültürel doku, imparatorluğun hemen her dilden ve dinden halklarının aile yaşamlarını birbirine benzeştirmiştir. Bunda Osmanlı kadar Osmanlı öncesinin de payı mevcuttur.

Osmanlı ailesine yaşadığı mekân bakımından göz atılırsa bu topluluğun birbirinin kefili olduğu göze çarpar. Toplum birbirinden farklı unsurları da içinde barındırsa da yıllar geçtikçe aradaki farklılıklar benzerliklere dönüşmüştür. İşte bu da fiziki ortamı oluşturur. Ayrıca üç kuşağın bir arada yaşadığı ama aynı zamanda bir hukuki ve mali birim olan “hane” kavramının öne çıktığı an budur. Osmanlı toplumunun yaşam biçimi farklılıklar gösterse de saraya da yansımıştır.

Osmanlı Hanedanının Aile Yapısı ve Güncel Yaşamına Genel Bakış

Müslüman Osmanlı ailesinin çok eşli bir düzene dayandığı yaygın bir düşüncedir, fakat yanlıştır. Osmanlı cemiyetinde poligami hoş karşılanmaz. Gelir grupları ve toplumsal konumları yakın eşlerin kurduğu yuvada kuma getirilmesi mümkün değildir. Gelir düzeyi düşük geniş halk kesiminde ise bütün bir kurumun yerleşmesi zaten mümkün değildir. Çok eşlilik saygıyla karşılanan bir uygulama değildir ve mesela kuzey Türkleri arasında yoktur, Rumeli’de de hemen hiç görülmez. Anadolu’da da yaygın olduğu söylenemez.

Osmanlı ailelerinin ise tıpkı Bizans’taki gibi temelde çekirdek aile özelliğini gösterdiği anlaşılıyor. Ancak kırsal ve kentsel yapı arasındaki fark ise daha çok çocuk ve geniş aile tipinin kırsal alanda daha çok tespit edilmiş olmasıdır. Bunun bir benzeri de daha fazla veliaht maksadıyla Osmanlı Sarayında görülmesidir.

Osmanlı hanedan ailesinin sosyal sistemi Batı’daki çağdaşlarının aksine çelişkili bir sınıflaşmanın değil, belirli bir nizamdan hareket eden bir yapıya sahiptir. Soy asaleti, öncelikle asabiyetin yok sayıldığı Türklerde, yerini kabiliyet, fazilet ve erdeme bırakıştır.

Siyasi otoritenin bölünmemesi ilkesi devlete muhalif kuvvetlerin bu durumdan yararlanmalarının da önüne geçmiştir. Toprakta esas olarak devletin mülkiyetinde kabul edilmesi toprağa dayalı bir ağalık ve sömürü düzeninin oluşumunu da engellemiştir.

Osmanlı sarayında bir kız veya erkek çocuğu rüştünü ispatlamadan, âkil/âkile olmadan babasından kalan malı istediği gibi tasarruf edemez. Ettiği takdirde, ileride pişmanlık doğuracak zarar ve mağduriyetler olabilir. Osmanlı dönemi uygulamaları çerçevesinde bu tür örnekleri bu sicilde bolca görmek mümkündür.

Bir kişi vasi tayin edilirken, çocuğa bakmak, yedirip-içirmek, besleyip-büyütmek, terbiye etmek, babasından kalan terekeyi korumak ve en uygun şartlarda tasarruf etmek şartıyla tayin edilmekteydi. Hatta öyle ki vasi tayin edilen şahıs veya şahıslar, çocukların malından kendilerine istedikleri kadar “nafaka ve kisve baha” dahi tayin edemezlerdi.

Osmanlı toplumunda yetimlere miras yoluyla kalan menkul ve gayri menkul malların vasileri tarafından işletilmesi ve sermâyenin kontrol altına alınarak elde edilen gelirin, bu şahısların ihtiyaçlarının karşılanması için harcanması, reşit olduklarında ise kendilerine teslim edilmesi için oluşturulan kurumlara, eytâm sandığı adı verilmektedir. Bu keselerin görevi; keselerde saklanan malın veya paranın ihtiyaç sahiplerine kefiller göstermek kaydıyla verilmesi şeklindedir.

Ailenin oluşum sürecinde nikâh müessesesi, ister erkek ister kadın olsun her iki tarafa da belirli statüler kazandırmış ve bu statüler gereği de belirli roller ve sorumluluklar yüklemiştir. Kadınların bugünkü manada kamusal alanda yer aldıkları gibi bir anlayış ve değerlendirme yanlış olabilir. Burada önemli olan sanayi toplumu olmayan ve İslâmî değerlerin sosyal yaşamda ağırlığını hissettirdiği XX. yüzyılın başındaki Osmanlı toplumu ve ailesinde kadınlar eve hapsolmamış; aksine toplumsal yaşama katılabilmişlerdir.

Toplumda işlevini yerine getiren ailenin en temel üyelerinden anne veya babadan birinin ölümü sonucu Osmanlı aileleri saray da dahil parçalanma ile karşı karşıya kalabilmektedir. Ama bundan öncede sözünü ettiğimiz gibi Türk aile yapısının en önemli özelliği olan sahip çıkma güdüsü kendini burada da göstermektedir.

Yorum yapın