İslam Felsefesinin Öne Çıkan Problemleri

İslam felsefesinin bazı problemleri şunlardır:

  1. Yaratıcının Varlığını Kanıtlama Problemi
  2. İrade Özgürlüğü Problemi
  3. Toplumsal Yaşama Yönelik Problemler
  4. Bilgi Problemi

1) Yaratıcının Varlığını Kanıtlama Problemi

İslam felsefesinde yaratıcının varlığının delilleri problemi, Yaradan’ın varlığına ilişkin akla uygun delil getirilmesi üzerine şekillenir. Mesele Yaradan’ın varlığının akılsal olarak temellendirilmesidir. Bu probleme kelamcılar ve İslam filozofları çeşitli açıklamalar getirmiştir. İslam kelamcılarından Eşari, filozoflarından ise El Kindî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd düşünceleriyle öne çıkmaktadır.

Eş’arî, yaratıcının varlığına yönelik şu kanıtı sunar. İnsanın doğumdan ölüme kadar farklı biyolojik süreçlerden geçtiğini ve olgun bir varlık haline geldiğini ama insanın bu olgunluğa kendi kendine ulaşamayacağını söyleyerek bir yaratıcının olması gerektiğini savunur. Her şeyin ilkini yaratan bir yaratıcı olduğunu söyler. İnsanın yaratılışına ilişkin Kur’an-ı Kerim’den ayetler gösterip, onların meallerini anlatarak yaratıcının varlığına ilişkin deliller sunar.

El Kindî, birçok İslam filozofu gibi yaratıcının varlığını kanıtlamak için “hudûs deliline” başvurur. Hudûs, sonradan yaratılan demektir ve hudûs delili, sonradan yaratılanın zorunlu olarak bir yaratıcıyı gerektirmesi mantığına dayanır. El Kindî’ye göre âlem (evren), kadim (öncesiz) değil hadistir (sonradan olan).

Onun bilfiil (eylemli olarak) gerçekleşmesi hadis olmasındandır. Âlemin sonradan yaratılan olduğunu kanıtlamak için âlemde zamanla değişim olduğunu ve zamanın olmasının da âlemin sonlu olduğuna kanıt olduğunu ileri sürer. Âlem sonlu olduğuna göre bir başlangıcı ve bir başlatıcısı vardır, görüşündedir. Âlemde düzen ve uyum olmasının Yaradan’ın varlığına ilişkin bir başka delil olduğunu savunur.

İbn Sînâ, varlığı üçe ayırır: zorunlu (vacib-ül vücud), mümkün (mümkin-ül vücud) ve mümkün olmayan (mümteni-ul vücud) varlıklar. İbn Sînâ, mümkün olmayan varlıkları sadece mantık açısından kabul eder. Onun ontolojik olarak yoğunlaştığı varlık ilk ikisidir. Zorunlu varlık, varlığı başka bir varlığa muhtaç olmayan, ezelî ve ebedî varlıktır.

Mümkün varlık; etrafta görülen, sürekli bir şekilde var olan ama daha sonra yok olan varlıklardır. Bu varlıklar, zorunlu varlıktan taşma sonucunda çıkmıştır. Zorunlu varlık yaratıcıdır ve ilk olarak aklı yaratır, ilk akıl da ikinci aklı yaratır ve bu yaratma sürekli devam eder. Bu görüş, İslam felsefesinde sudûr nazariyesi (kuramı) olarak da bilinir.

İbn Rüşd’e göre Yaradan’ın varlığına yönelik iki delil vardır: inayet ve ihtira. İbn Rüşd öne sürdüğü akli delilleri aynı zamanda Kur’an ayetlerine de dayandırır.

İbn Rüşd’e Göre Yaradan’ın Varlığına Yönelik Deliller
İnayet Delili
Tabiat da her şey insanla uyumludur. Ateş, hava, su ve toprak insan varlığına uygundur. Bu uygunluğu sağlayan varlık yaratıcıdır.
İhtira Delili
Âlemde her şey yoktan yaratılmıştır bu nedenle yaratılan şeylerin bir yaratıcısı olması zorunludur.

2) İrade Özgürlüğü Problemi

İslam felsefesinde özgürlük problemi, insanın seçme ve eylemde bulunma mantığı üzerine şekillenir. Özgürlük denildiği zaman dönem itibarıyla kader ve irade kavramları da bu problemle beraber ele alınır. Bu problem aynı zamanda kader ve irade problemi olarak da bilinir. İslam kelamcıları, bu probleme felsefe üzerinden bakarak Allah karşısında insanın konumunu belirlemeye çalışır. Bu açıdan Cebriye, Mu’tezile, Eş’ariyye ve Maturidi kelamcılarının görüşleri önemlidir (Şekil 2.3).

Cebriye kelamcılarına göre insan özgür değildir ve eylemlerinde mecburdur. Bütün davranışların eyleme dönüşmesini sağlayan tek şey, evreni ve içindekileri yaratan Allah’tır. İnsana bir şeyleri iradesiyle yaptı demek, güneşe kendi kendine doğdu ve battı demek gibidir. Oysa bunu ve tüm olup biteni yaptıran Allah’tır. İnsan hiçbir şeye muktedir değildir. Onun ihtiyari (isteğe bağlı olarak seçme) özelliği yoktur. Dolayısıyla davranışlarından sorumlu değildir.

Mu’tezile kelamcılarına göre insan özgürdür, aklı ve iradesiyle eylemlerini kendi seçer. İrade, Allah tarafından insana verilmiştir. Allah adil olduğu için insan eylemlerinden sorumludur. İlahî emirlerin buyurduğu ödül ve ceza bu şekilde gerçekleşir. Allah’ın adil olması, insanın özgür iradeyle davranışlarını gerçekleştirmesini ve bundan da sorumlu olmasını gerektirir.

Eş’ariyye kelamcılarına göre insanın iradesini tamamen yok saymak ve Allah’ın iradesine şüphe düşürmek doğru değildir. Eş’ariyye, insanın eylemlerini seçme özgürlüğüne sahip olduğunu ama asla mutlak anlamda irade sahibi olamayacağını belirtir. İnsanın Allah’ın belirlediği davranışları seçme özgürlüğü vardır. İnsanın yapıp etmelerini belirleyen Allah’tır. Eş’ariyye, özgürlük anlayışını İslam felsefesinde kullanılan “kesb” kavramıyla temellendirir. Kesb, Allah tarafından müsade edilen eylemi insanın yapabilmesidir. Dolayısıyla insan, davranışlarından sorumludur.

Maturidi kelamcıları; Cebriye, Mutezile ve Eş’ariyye kelamcılarından daha farklı bir yerde durmaya çalışır. Davranışların tercihi insana aittir. İnsan, akıl ve iradeyle davranışlarını tercih eder ve eyleme geçirir. Mümkün olan ve olmayan her şeyin takdiri Allah’a aitken eylemin iradi bir şekilde tercihi ve davranışa dönüşmesi insana aittir. Ancak insanın tercih ettiği ve davranışa dönüştürdüğü şeyin kurallarının konulup yaratılması Allah’ın takdiri ile gerçekleşir. Tedbir insandan takdir Allah’tandır. İnsan, iradesinde özgür ve sorumludur.

Kelamcıların irade özgürlüğü görüşleri
Şekil 2.3: Kelamcıların irade özgürlüğü görüşleri

Probleme İslam filozoflarının bakışı ise akıl ekseninde şekillenir. İslam filozoflarından Fârâbî’ye göre insanda akıl vardır ve kendi iradesiyle iyi ve kötüye yönelir. Fârâbî, irade ile insanın hareket etme gücünü kasteder ve irade olmadan eylemin olamayacağını söyler. Akıl ve irade, insanın kendi eylemlerini seçebilme özgürlüğünün kanıtıdır.

Seçim yapabilmek, insanın davranışlarından sorumlu olduğunu gösterir. Aklı sayesinde insanın doğru düşünebilme yeteneği vardır ve düşündüğünü yapma özgürlüğüne sahiptir. Eğer düşündüğünü yapamıyorsa köledir. Düşünemeyen ve irade sahibi olmayan insan olamaz.

İslam felsefesinde Allah’ın iradesi altında insanın eylemlerinde özgür ve bu nedenle de eylemlerinden sorumlu olduğu fikri zamanla yaygınlaşmıştır. İslam dininin ileri sürdüğü dünya hayatının bir imtihan olması anlayışı da bu fikri desteklemektedir.

3) Toplumsal Yaşama Yönelik Problemler

Bu problemlerde bazı görüşler öne çıkmıştır. Bunlar arasında toplumun yaşayışı üzerine oluşan devletle ilgili görüşler önemlidir. “El–Medinet’ül Fazıla” eseriyle Fârâbî ve “Mukaddime” eseriyle İbn Haldun, İslam felsefesinde devletle ilgili tartışmalarda öne çıkan iki filozoftur.

Toplumsal Yaşama Yönelik Görüşler:

Fârâbî, erdemli hayatın ahlaki açıdan ideal olan devlette gerçekleşeceğini ileri sürer. İnsanların kendi aralarında düzen kurmak için devleti oluşturduğunu dolayısıyla ihtiyaçlarını da bu düzenin içinde giderdiğini belirtir. Fârâbî, insanların mutlu olabilmelerinin koşu-

lu olarak kurdukları düzen içinde adaletin sağlanmasını öngörür. Adaleti de ancak güçlü bir örgüt olan devletin sağlayabileceğini ifade eder. Fârâbî, erdemli devlette insanların mutlu olacağı fikrindedir. Bilgili, donanımlı ve sorun çözücü gibi özellikleri bulunan kişi tarafından erdemli devletin yönetilmesi gerektiği görüşündedir.

İbn Haldun, toplum ve devleti değerlendirir. Toplumun insanların birbirine ihtiyaç duyma zemininde doğal olarak meydana geldiğini söyler. Güvenlik kaygıları nedeniyle kabileler arasında mücadele edildiğini ve sonuçta da bir kabilenin egemenliğiyle devletin kurulduğunu belirtir. Devletin toplumu iç ve dış tehlikelerden koruması ve barışı sağlaması gerektiği görüşündedir. Devleti yönetenler, toplumun faydası için hareket etmelidir. Topluma karşı zulüm, devletin varlığını tehlikeye sokar. İbn Haldun devletin hüküm süresini canlı bir organizmaya benzetir. Devletler doğar, gelişir ve ölür yani yıkılır. O; devletleri kuruluş, yükselme ve çöküş olarak üç aşamada inceler. Her yıkılan devletin yerine bir başka devletin kurulduğunu belirtir.

4) Bilgi Problemi

İslam düşünürleri, bilgi problemine çeşitli açılardan yaklaşmıştır. Fârâbî ve Gazâlî’nin görüşleri bu açıdan önemlidir.

Bilginin Doğasına Yönelik Görüşler:

Fârâbî, insanın herhangi bir şeye yönelerek bir kanaatte bulunmasının bilgi olmadığı ama bunun kesin bilginin oluşturulmasında bir aşama olduğu görüşündedir. Ona göre kanaat, bir şeyin düşünüldüğü gibi olduğu yönündeki inançtır. Düşünülen şeyin insan zihninin dışında bir karşılığı varsa o kanaatin bilgiye dönüşebileceğini belirtir. İnsan, kanaatte bulunduğu yargısının dışarıyla uygunluk içinde olduğunun bilincine vardığında ve bu yargının tesadüfi olarak meydana gelmediğini gerekçelendirdiğinde o yargısı kesin bilgiye dönüşebilir.

Gazâlî, insanın duyuları ve aklıyla birtakım bilgilere ulaşabileceğini belirtir. Kesin bilgi edinmede ise onların yetersiz kaldığı görüşündedir. Çünkü ona göre maddi şeyleri algılayan duyular ve onlar üstüne düşünen akıl, bilginin doğruluğu veya yanlışlığına karar verebilir ama tabiatı gereği içinde hata barındırmasından dolayı kesin bilgiyi vermede yüzde yüz güvenilir değildir. Bu noktada güvenilir olabilecek tek şeyin insanın kendi deneyiminin farkında gerçekleşen sezgisi olduğunu söyler. Ona göre sezgi, kalpte gerçekleşir. Sezgiyle bilgilerin kalbe dolaysız olarak geldiğini belirtir.

“İslam Felsefesinin Öne Çıkan Problemleri” üzerine 3 yorum

  1. Kısa fakat açık ve net bir çalışma olmuş. Yararlandım. Teşekkürler. Keşke İslam’da başka tartışma alanlarına doğru bu çalışmayı genişletseniz.

    Cevapla

Yorum yapın