Orta Doğu Sorunları

Orta Doğu 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa ülkelerinin sömürge bölgelerinden biri olmuştu. 20. yüzyılın ikinci yarısında da dünya egemenliği peşinde koşan büyük devletlerin etki alanı mücadelesinin önemli konularından biri olmayı sürdürmüştür.

Bu durumun temel nedeni, bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olmasıdır. Ayrıca 1500 yıllık etnik ve dinî sorunlar, İsrail’in kurulması ve Filistinlilerin bir devlet kurmak için verdikleri mücadele pek çok sorunu iç içe geçirmiş; bölgeyi sürekli bir çatışma alanı hâline sokmuştur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra düzenlenen Paris ve San Remo Konferansları’nda İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’yu kendi aralarında paylaşarak manda rejimleri kurmuşlardı.

Ancak değişen dünya dengeleri, İngiltere ve Fransa’nın I. Dünya Savaşı’ndan yıpranarak çıkması ve Araplar arasında yayılan milliyetçilik hareketlerinin de etkisiyle 1930’larda göstermelik de olsa manda ülkelerin bağımsızlıkları tanınmaya başlandı. Bağımsızlığı tanınsa da mandater devletlerin birçok ayrıcalıkları II. Dünya Savaşı’nın sonrasına kadar devam etti.

Orta Doğu’da manda rejimleri

İngiltere, Irak’ın bağımsızlığını 1930’da tanıdı ve Irak’ın 1932’de Milletler Cemiyetine üye olmasına destek verdi. Buna karşın İngiltere, Irak’taki etkinliğini korudu. Bu durumun yaşanmasında İngiltere’nin Irak’taki petrol alanlarında çıkarları etkiliydi. Irak, 1928’den 1958’e kadar bir iki yıl hariç koyu bir İngiliz taraftarı olan Nuri Said’in yönetiminde kaldı. İngiltere her ne kadar bölgedeki nüfuzunu ABD’ye bıraksa da Türkiye, Pakistan ve Irak’la birlikte 1955’te Bağdat Paktı’nı imzalayarak bölgede etkili olmayı sürdürdü.

1958’de General Kasım liderliğindeki darbeden sonra Irak, Batılı devletlere karşı bağımsızlık tavrı geliştirdi. Bu durum Bağdat Paktı’nın dağılmasında etkili oldu. Irak’ta “Milliyetçi Arap Sosyalistleri” anlamına gelen BAAS’çılık egemen oldu. İngiltere, nüfuzu altında tuttuğu Mısır’ın bağımsızlığını 1922’de tanısa da Mısır’daki ayrıcalıklarını Nasır’ın devlet başkanlığına kadar sürdürdü. 1952’de Mısır Devlet Başkanı Nasır, Süveyş Kanalı’nı millîleştirerek İngiltere’ye karşı tam bağımsızlığını ilan etti.

Bu gelişme 1956’da İsrail, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu ittifak ile Mısır arasında savaşa neden oldu. Süveyş Kanalı’nın millîleştirilmesinden sonra başlayan kriz, ABD ve SSCB’nin baskısı sonucu İngiltere ve Fransa’nın geri adım atmasıyla sona erdi. Süveyş Krizi’nden sonra Mısır Devlet Başkanı Nasır, bir taraftan Bağlantısızlar Bloku’na öncülük ederken diğer taraftan da Sovyetlere yakın bir politika izledi.

Ürdün ve Filistin’deki İngiliz manda yönetimleri II. Dünya Savaşı sonrasına kadar sürdü. İngiltere 1946’da Ürdün’ün bağımsızlığını tanıdı. İsrail’in baskı ve işgallerinden kaçan Filistinli mültecileri barındıran Ürdün, zaman zaman mültecilerle de sorunlar yaşadı. Filistin’de ise İsrail Devleti’nin kurulmasıyla sorunlar daha da arttı. Fransa; Lübnan’ın bağımsızlığını 1926’da, Suriye’nin bağımsızlığını 1930’da tanıdı.

Ancak o da aynı İngiltere gibi bu ülkelerde çıkarlarını ve etkinliğini 1946’ya kadar korudu. Fransa 1946’da bölgeden tamamen çekildi. Lübnan 1950’lerde Orta Doğu’nun liberal demokratik parlamenter sisteme sahip tek istikrarlı ülkesiydi. Bu nedenle bankacılık sisteminden, ticaret politikalarına kadar yabancı sermayenin akın ettiği başlıca yerlerden biri oldu. Bu yıllarda Lübnan’ın başkenti Beyrut, “Orta Doğu’nun İsviçresi” olarak tanımlanıyordu.

Beyrut, yalnızca ekonomik anlamda değil, basın yayın özgürlüğü, entelektüel ve politik merkez özelliği, lüks otelleri, gece kulüpleri, gazinoları ile de oldukça cazip bir kent görünümündeydi. Buna karşın, 1950’lerde barış ve demokrasi içinde bir arada yaşayan çok çeşitli etnik ve dinî topluluklar arasında sorunlar yaşanmaya başladı. Bu sorunların yaşanmasında İsrail’in kurulması, Filistinli mültecilerin Beyrut’a akın etmeleri ve birçok Filistin kampının Lübnan’da bulunması etkili olmuştur. Ülkede 1970’li ve 1980’li yıllarda çok yıkıcı iç savaşlar yaşandı.

Fransa’nın 1946’da bölgeden çekilmesinden sonra Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de milliyetçi Arap sosyalizmini savunan BAAS’çılar etkili oldu. 1950’lerde Mısır gibi Arap ülkeleriyle birleşme politikası izleyen Suriye, 1960’lardan günümüze kadar Esad ailesi tarafından yönetilmektedir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu’dan çekilen Fransa ve özellikle İngiltere bölge etkinliğini ABD’ye bıraktı. Ancak Soğuk Savaş koşullarında SSCB de bölge ile yakından ilgilendi. Özellikle milliyetçi Arap hareketlerinin ve Batı karşıtlığının etkili olduğu Mısır, Suriye ve Irak gibi devletler Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirdiler. Suudi Arabistan, Katar ve Yemen gibi Körfez ülkeleri, zaman zaman da Ürdün ve Lübnan Avrupa ve ABD ile yakın ilişki içinde oldular.

Yorum yapın