İkinci Dünya Savası Sürecinde Türkiye’de Meydana Gelen Siyasi, Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Gelişmeler Nelerdir?

Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmedi ancak cephede fiilen yer almasa da savaş ekonomisi koşullarını tüm ağırlığıyla yaşadı.

Savaş, 1929 Ekonomik Buhranı’nın Türkiye’de olumsuz yansımalarının derinden hissedildiği 1930’ların üzerine geldi. Buhran’ın etkisiyle 1930’larda daralan ithalat, savaşın başlamasıyla yarı yarıya düşerek daha da azaldı. İhtiyaç duyulan mallar savaşa giren ülkelerden ithal edilememeye başlandı.

Bu nedenle sanayi sektörünün ihtiyaç duyduğu donanım, araç ve gereç tedarik edilemedi. Yeni üretim birimi kurmak ve mevcutları geliştirmek için gerekli tesisatın ülkeye getirilememesi, sanayileşme sürecini yavaşlattı. Hedeflenen ekonomik planlar ve sanayi programları ertelendi. Başarıyla uygulanan ilk “Beş Yıllık Kalkınma Planı”ndan sonra ikincisi savaş nedeniyle uygulanamadı.

1940-1945 döneminde yıllık sanayi üretimi ortalama %5,6 geriledi. Sanayi ve ticaret faaliyetleri için kredi şeklindeki finans kaynakları gerçek değerinin altında kaldı. Savaş bittiğinde Türk ekonomisi 1934’teki gelişme düzeyinin altına düşmüştü. Türkiye savaş sürecince tarafsız kalmayı başardı. Ancak orduyu güçlendirmek zorunluluğu bütçeden millî savunmaya ayrılan payın artmasına neden oldu.

Yaklaşık bir milyon kişilik ordunun masrafları karşılanmak zorunda kalındı. Tablo 2.2’de görüldüğü gibi savaş yıllarında bütçeden millî savunmaya ayrılan pay artarken sağlık, eğitim ve bayındırlık gibi sosyal harcama kalemlerinin payı düştü.

Askerî seferberlik sonucu daha fazla genç, üretici ve erkek nüfusun orduya alınmasıyla ekonomik hayat ciddi bir oranda iş gücünü yitirdi. Nüfusun yaklaşık %85’inin kırsal kesimde yaşadığı bu dönemde ilkel tekniklerle sürdürülen tarımsal üretim süreçten olumsuz etkilendi. Makineleşme yok denecek kadar az, emek gücü de yeterli gelmeyince tarım alanları boş kaldı. 1940-1945 döneminde yıllık tarım üretimi ortalama %7.2 geriledi.

Savaş yıllarında yaşanan ekonomik sıkıntıların bir başka göstergesi de Tablo 2.3’te görüldüğü gibi nüfus artışındaki gözle görülür yavaşlamaydı. 1955’e kadar cumhuriyet tarihinin en düşük yıllık nüfus artışı bu dönemde görüldü.

Savaşın başladığı ilk günlerde hemen her eşyaya önemli ölçüde talep olması, gereksiz yere mal alınarak stoklanmasına yol açtı. Bu malların yüksek kârla satılması hayat pahalılığına, büyük kentlerde iaşe sorunlarına ve intikâr yani karaborsa gibi sonuçlara yol açtı.

Hükûmetlerin savaş yıllarında uğraştıkları temel sorunlar şunlar oldu: Azalan üretim ve ithalat koşullarından dolayı oluşan daralmayı gidermek, büyük kentlerin beslenmesini, ısınmasını ve giyimini sağlayabilmek, ekonomik olumsuzlukların halk yığınlarının tahammül sınırını aşmasını önlemek. Bu sorunların çözümü olan üretimin artırılması ve enflasyonun önlenmesi konusunda çaresiz kalındığından esas olarak sonuçların hafifletilmesiyle uğraşıldı.

1942’ye kadar hükûmet bu sorunlarla sıkı fiyat denetimi ve tarımsal ürünlere düşük fiyata el koyma yoluna başvurarak mücadele etmeye çalıştı. 18 Ocak 1940’ta Meclis’te kabul edilen Millî Korunma Kanunu bu yaklaşımın ana aracı oldu. Bu kanun, hem ticaret hem de tarımsal üretim alanında hükûmete geniş yetkiler verirken her türlü ekonomik faaliyetin devlet kontrolü altına alınmasını sağladı.

Hükûmet, istediği takdirde her türlü malın fiyatını, kalitesini ve türlerini belirleyebildiği gibi üretimi aksatan işletmelere de el koyma yetkisine sahipti. Ayrıca fiyatlarda sebepsiz yere meydana gelen her türlü yükselme, mal stoklama ve spekülasyon yasaklanmıştı. Hükûmet, halkın ve millî savunmanın ihtiyaç duyduğu maddelerin değer fiyatını ödeyerek almaya, ayrıca Millî Korunma Kanunu’na göre kurulan Petrol Ofisi, Et ve Balık Kurumu gibi kurumlara ihtiyaçları kadarını kârsız vermeye yetkiliydi. Hükûmet, iç ve dış ticaret üzerinde denetimi arttırmak için Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı gibi kurumlar oluşturdu.

Karneyle ekmek alınmasını gösteren bir fotoğraf

Bu kurumlar aracılığıyla narh sistemi, fiyat denetimi gibi yöntemlerle karaborsa ile mücadele edildi. Büyük kentlerde temel gıda maddelerinin karneye bağlanması gibi uygulamalar hayata geçirildi. Bu sayede kalabalık ordunun ihtiyaçları ucuza karşılanmış, kentli nüfus ise gelir sınırını fazla zorlamadan ekmek ve kömür temin etmişti. Buna karşılık piyasa denetimine gidilen her alanda karaborsanın, istifçiliğin, rüşvet ve nüfuz ticaretinin önüne geçilemedi. 1942’de kurulan yeni hükûmet malların stoklanarak piyasadan çekilmesini önlemek için piyasa üzerindeki sıkı denetimini gevşetti. İaşe Müsteşarlığı kaldırıldı.

Gıda maddelerinde fiyat denetimi hafifletilirken tarımsal üretimin %25’i hariç çiftçi tarafından serbest piyasada satışına izin verildi. Ekonomi politikasındaki bu değişim de istenen sonucu vermedi. Tablo 2.4’te görüldüğü gibi temel gıda maddelerinde yaşanan aşırı fiyat artışı, savaş boyunca yüksek enflasyona neden oldu. Bu durumdan en çok dar ve sabit gelirli kentli nüfus olumsuz etkilendi.

II. Dünya Savaşı’nın yarattığı sıkıntı ve darlıktan yararlanan kişilerin vurgunculuk, karaborsacılık gibi yollarla haksız kazanç sağlamaları Kasım 1942’de doruğa çıktı. Cumhurbaşkanı İnönü, 1 Kasım 1942’de TBMM’nin yeni yasama yılını açış konuşmasında bu kişilere tepkisini şu sözlerle ifade etmişti:

“Bulanık zamanı, bir daha ele geçmez fırsat sayan batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse, teneffüs ettiğimiz havayı ticâret metası yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları, politika ihtirasları için büyük fırsat sanan ve hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı, büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir suretle kundak koymaya çalışmaktadırlar. Üç-beş yüz kişiyi geçmeyen bu insanların, vatana karşı âşikâr zararlarını gidermek yolu elbette vardı.”

Dönemin hükûmeti, bu süreç sonunda Varlık ve Toprak Mahsulleri adıyla iki olağanüstü vergi uygulamasına gitti. 11 Kasım 1942’de TBMM’de kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu’na göre savaş koşullarını fırsata çevirerek haksız gelir elde eden kişi ve işletmelerden servetleri ve olağanüstü kazançları üzerinden bir kereye mahsus olmak üzere vergi alınacaktı. Ancak uygulamada daha çok sermaye sahibi gayrimüslim vatandaşlardan alınan Varlık Vergisi, 15 Mart 1944’te yurt içi ve yurt dışından gelen tepkiler üzerine kaldırıldı. İtiraz hakkı tanınmayan bu vergiyi bir ay içinde ödemeyenler, önce çalışma kamplarına, sonra da çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmak üzere Aşkale’ye (Erzurum) sevk edildiler.

Varlık Vergisi ile ilgili gazete haberi (28 Ocak 1943)

Varlık Vergisi’nin büyük ölçüde dışında tutulan ve savaşın etkisiyle hızla artan tarımsal kazançlara ise 4 Haziran 1943’te kabul edilen Toprak Mahsulleri Vergisi ile ulaşılmaya çalışıldı. Ayni olarak alınan ve 1946’ya kadar yürürlükte kalan bu vergi, piyasa için üretim yapmayan yoksul köylünün üzerinde ağır bir yük oluşturdu. II. Dünya Savaşı’nın tüm olumsuzluklarına rağmen bu dönemde eğitim, öğretim ve kültür alanında planlı ve geniş çaplı uygulamalar başlatıldı. Aşağıdaki etkinlikte verilen Tablo 2.5 ve 2.6’da görüldüğü gibi okuma yazma bilen oranında, okullaşma ve öğrenim gören öğrenci sayısında önemli ilerleme kaydedildi.

Eğitim alanında döneme damgasını vuran gelişme 1940’ta çıkarılan bir kanunla hayata geçirilen Köy Enstitüleri oldu. Bu uygulama köylerden seçilen öğrencilerin bir öğretmen-eğitici ve önder kişi olarak yetiştirilmesi ve tekrar köyde görevlendirilmesi esasına dayanıyordu. Bu sayede köylü çocuklarının kendi yerlerinde ve pratik bilgilerle eğitilmesi sağlanırken köyün yüzü ve ekonomik hayatına da etki edilmeye çalışılıyordu.

1945’e kadar yapılan çalışmalar sonucunda mesleki ve teknik okulların sayısında savaş öncesi duruma göre üç katına yakın artış sağlandı. Aynı şekilde bu okullarda öğrenim gören öğrencilerin sayısı da üç katını geçti. 20 Temmuz 1944’te ise İstanbul Teknik Üniversitesi eğitim hayatına katılmış oldu. 1940’ta Millî Eğitim Bakanlığına bağlı çeviri bürosu ve yabancı dil bilen uzmanlardan oluşan kurulun çalışmaları sonucu Batı ve Doğu kültüründen “klasikler” adıyla anılan çeviri dizisi kitapları Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in Türk hümanizmasının doğmasına yardımcı olacağı ön sözü ile yayımlanmaya başlandı.

Böylece önemli bir kültür hizmeti Türk halkına sunulmuş oldu. II. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkileri Türk edebiyatına da yansıdı. Bu tarihî dönemin etkisiyle güçlenen sosyal (toplumsal) gerçekçilik akımının etkisiyle savaşın ekonomi ve sosyal alandaki olumsuz etkilerini konu alan eserler yazıldı. Sıradan kentli insanların yaşadığı sorunlar romanlara ve şiirlere konu edildi. Halide Edip Adıvar’ın “Sonsuz Panayır”, Oktay Akbal’ın “Garipler Sokağı”, Orhan Kemal’in “72’nci Koğuş”, Rıfat Ilgaz’ın “Karartma Geceleri” bu dönemi anlatan önemli eserlerden birkaçıdır. Geleneksel şiirin biçimi ve söz sanatlarına dayalı anlayışını bir yana bırakarak yalın ve dolaysız anlatıma önem veren Garip akımı yine bu dönemin ürünüdür. Şiirde serbest nazmı savunan bu akımın temsilcileri Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat Horozcu ve Melih Cevdet Anday oldu. Savaş yıllarında Türkiye’nin hassas konumu nedeniyle dönemin hükûmeti basın üzerinde sıkı denetim kurdu.

Bu denetim nedeniyle iç politika yerine gazeteler daha çok savaşla ilgili gelişmelere sayfalarında yer verdiler. Okurlara sağlıklı bilgi aktarmak için bazı gazeteler asker kökenli yazarlarla çalışırken yine bazı gazeteler savaş alanına gönderdikleri muhabirler aracılığıyla okurlarına haber aktardılar. 1943’te Türkiye’de 131 günlük gazete ile haftalık, on beş günlük veya aylık, toplam 172 dergi yayımlanıyordu.

Akpınar (Samsun) Köy Enstitüsü

Türkiye’de radyo kullanımının yaygınlaşması da bu dönemde gerçekleşti. Siyasi gelişmeleri takip etme isteği radyo kullanımını arttırdı. 1940’tan sonra özellikle Vedat Nedim Tör’ün radyo müdürü olmasıyla Türk radyosu dünyanın önemli radyolarıyla hemen hemen aynı yayın akışına başladı. 1943’ten sonra düzenli yayın yapan Ankara Radyosu’nda yapılan bazı programlar şunlardır: Muzaffer Sarısözen idaresinde kurulan halk müziği deneme çalışmalarının sunulduğu Yurttan Sesler Korosu, Ayşe takma adıyla Neriman Hızır’ın kurduğu Radyo Çocuk Kulübü, Radyo Tiyatrosu ve Falih Rıfkı Atay’ın hazırladığı Güzel Türkçemiz. Bu dönemde yayın hayatına başlayan bazı programlar aynı adla, bazıları da adlarını değiştirerek uzun yıllar radyoseverlerle buluştular.

 

 

Yorum yapın