Dinî Meselelerin Çözümünde Temel İlke ve Yöntemler

İnsan, yeryüzündeki tüm canlılardan farklı olarak yüksek bir idrak kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır. Düşünür, sorgular, araştırır ve üretir. Davranışlarını neticeleriyle birlikte değerlendirip hayatına özgürce yön verebilen tek varlıktır. Bu nedenle ilahi hitaba mazhar olmuştur.

Din, insanın yaratılıştan sahip olduğu üstün özelliklerini kemale erdiren, onun en şerefli mahluk olmasını sağlayan bilgiler içerir. Bu yönüyle din, insanın tamamlayıcısıdır. Her türlü düşünce ve davranışına yön verecek kadar hayatla iç içedir. Bu nedenle zaman ve şartlar değiştikçe Müslümanlar hayatlarını dinle buluşturmak adına yeni gelişmelerin dine uygunluğunu sorgulamaktadırlar.

İnsan düşünen, araştıran ve sorgulayan bir varlıktır.
İnsan düşünen, araştıran ve sorgulayan bir varlıktır.

Gelişen ve değişen dünyada, gıda maddelerinden sağlık ve tıp alanına kadar birçok sahada, geçmişte karşılaşılmayan ve bu nedenle hükmüne Kur’an ve sünnette doğrudan rastlanamayan birtakım meseleler ortaya çıkmaktadır.

Bu meselelerin çözümlenmesi, Müslümanların dinlerine uygun yaşayabilmeleri için büyük önem taşımaktadır. Dinî meselelerin çözümü yani Müslümanların bireysel ve toplumsal davranışlarının dinle bağlantısı, ictihat yoluyla sağlanmaktadır.

!
İctihat kelimesi sözlükte herhangi bir işi gerçekleştirme yolunda olanca gücü harcamak anlamına gelmektedir. Terim olarak ise ictihat; Kur’an, sünnet ve icma ile hükmü açıkça ortaya konulmamış, dinî bir meselenin hükmüne ulaşmak için müçtehidin elinden gelen çabayı sarf etmesidir. Kur’an ve sünnet gibi delillerden dinî hükümler ortaya koyabilme bilgi ve becerisine sahip kimseye müçtehid denir.

(İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, C 3, s. 133-134.)

Dinî sorunları çözümleme yöntemi olan ictihat faaliyetlerinde dinî hükümler daima göz önünde bulundurulur. Dinî hükümlerin başlıca kaynakları Kur’an ve sünnettir. Bir meselenin hükmü öğrenilmek istendiğinde öncelikle Kur’an’a müracaat edilir.

Karşılaşılan meselenin hükmü Kur’an’da bulunursa onunla amel edilir. Şayet aranan hüküm Kur’an’da bulunamazsa veya Kur’an’da verilen hüküm yeteri kadar açık değilse sünnete bakılır. Her iki kaynakta da konu ile ilgili hüküm bulamazsa icmaya başvurulur.

İcma, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra herhangi bir asırda müctehidlerin bir meselenin dinî hükmü üzerinde ittifak etmeleridir. Güncel meselelerin çözümü için öne sürülen ilke ve yöntemler Kur’an’a ve sünnete olduğu gibi İslam âlimlerinin üzerinde icma ettiği esas ve hükümlere de ters düşmemelidir.


BİLİYOR MUSUN?

Dinî emir ve yasaklara muhatap olan kişinin söz, fiil ve davranışları hüküm bakımından şöyledir:

FARZ: Yapılması kesin olarak gerekli davranışlardır. Yapılması sevaba, özürsüz olarak terki günaha, inkarı ise küfre sebep olur.

VACİP: Yapılması farz seviyesinde olmayan fakat sünnetten daha kuvvetli olan dinî hükümler; farz ile sünnet arasındaki dini emirler.

SÜNNET: Hz. Peygamber’in sözleri, davranışları ve sahabelerinin yapmış olduğu olumlu davranışları onaylaması.

MÜBAH: Mükkellefin yapıp yapmamakta özgür bırakıldığı davranışlardır. Caiz ve helal kavramlarının mübahla yakın anlam ilişkisi vardır. Caiz kelimesini daha çok İslam bilginleri, sonraki devirlerde karşılaşılan sorunların çözümünde, meselelerin dinî hükmünü ifade etmek için kullanmışlardır.

MEKRUH: Yapılması dinen hoş karşılanmayan fakat kesin ve açık delillerle de yasaklanmayan davranışlardır.

HARAM: Dinen sorumluluk çağında ulaşmış olan herkese, Allah’ın yapılmasını kesin olarak yasakladığı söz ve davranış.

(Zekiyyüddîn Şaban, Usûlü’l Fıkıh, s. 237-254.)


Dinî meselelerin çözümünde Kur’an ve sünnetten isabetli hükümler çıkartılabilmesi için Allah’ın (c.c.) bu dini gönderme gayesinin bilinmesi oldukça önemlidir. Âlimlere göre dinin en büyük gayesi, insanların faydasını temin etmektir.

İnsan için faydalı olanı belirlemede dinin ölçü ve kıstasları belirleyicidir. Çünkü insan anlık hevesleri uğruna, bağımlılık yapan maddeleri akıl ve beden sağlığına tercih edebilir. Kendi menfaatini düşünürken başkalarına zarar verebilir veya kendisi için faydalı zannettiği şeyi seçerken gelecekte uğrayacağı zararları gözardı edebilir.

İslam dinine göre insanın dünyada ve ahirette fayda elde etmesi için koruması gereken beş gaye vardır. Bunlar zarûrât-ı diniyye olarak ifade edilen dinin, hayatın (can), aklın, neslin ve malın korunmasıdır. Bu beş gaye toplum düzeninin dayandığı temel esaslardır.

İslam’ın ortaya koyduğu çözümlerin temel amacı insanların din, hayat, akıl, nesil ve mal emniyetini güvence altına almaktır. Müçtehit, fetva vereceği konu hakkında gerekli bütün bilgileri toplayıp, o konu ile ilgili ayet ve hadisleri anladıktan sonra vereceği fetva bu beş ana gayeye uygun olmalıdır. Çünkü dinî hükümlerin tespitinde “zarûrât-ı dîniyye”ye riayet edilmediği zaman meşru ve insana yaraşır bir toplum oluşturulamaz.

Zarûrât-ı Diniyye

Dinin Korunması: Milletleri ayakta tutan din duygusudur. Bu nedenle toplumlar, varlıklarını dinlerini koruyarak muhafaza ederler . Dini korumak; tebliğle, dinin emirlerini yaşamakla, öğrenmek ve öğretmekle olur.

Hayatın Korunması: Hayatın korunması, sadece başkalarının canını değil kişinin kendisine emanet olarak verilen bedenini de koruması demektir.

Aklın Korunması: Aklın korunması, aklı zayıflatan ve işlevsiz hale getiren zararlı alışkanlıklardan uzak durmaktır

Neslin Korunması: Neslin korunması, meşru yollarla insan neslinin devamının sağlanmasıdır. İslam dini, nikâha çok önem vermiştir. Nesebin korunması ve neslin emniyeti çok önemlidir.

Malın Korunması: Ferdî mülkiyetin korunmasını esas alır. İslam, başkasının malına yönelik saldırıları ve haksız yollardan kazanç elde etmeyi yasaklamıştır.

Günümüzde genetiği ve özniteliği değiştirilmiş gıda maddeleri gibi yeni çıkan uygulamalar kafaları karıştırmaktadır. Bu tür meselelerin çözümünde;

  • Neslin korunması ve Allah’ın (c.c.) koyduğu dengeyi korumak ana gaye olmalıdır.
  • Çözüm önerileri fıtratı (yaratılışta var olan dengeyi) bozmamalıdır.
  • Temel ahlaki değerleri ihlal etmemelidir.
  • İnsan onur ve haysiyetini zedelememelidir.
  • Güncel meselelerin dinî hükmünü açıklamak durumunda olan müctehitlerin (İslam bilginlerinin) her hususta yeterli bilgi sahibi olamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Bireysel fetvalardan ziyade farklı uzmanlık alanlarına sahip âlimlerin kararlarını (şura ictihatı) merkeze almak gerekmektedir.

Müslümanlar için İslam, tüm zamanlar ve şartlarda geçerli evrensel bir dindir. Dolayısıyla çağın getirdiği tüm sorunlara cevap verebilecek yapıya sahiptir. Bu konuda bireylere düşen görev öncelikle Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Peygamberin sünnetini okuyarak anlamaya çalışmaları ve birincil kaynakları esas almalıdırlar.

Daha sonra şüpheye düştükleri konuyu bir bilene (âlimlere) ve kendi vicdanlarına sormaları en uygun olandır. Hz. Peygamber insanın iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilme kabiliyetine sahip olduğunu şu sözleriyle ifade etmektedir: “İyilik, gönlünün huzur bulduğu ve içine sinen şeydir; kötülük ise insanlar ona onay verseler bile gönlünü huzursuz eden ve içinde bir kuşku bırakan şeydir.”

Yorum yapın