Din ve Bilim İlişkisi

Din, Yüce Allah tarafından insanlara peygamberler aracılığıyla bildirilen kurallar bütünüdür. Dinin kaynağı her şeyi yaratan, yaşatan ve her an kontrolü altında tutan Allah’tır. (c.c.)

Allah (c.c.), sonsuz ilim ve kudreti ile yarattığı kâinatta kusursuz bir sistem kurmuştur. Her varlık, bu sistemin işleyişi içerisinde mevcudiyetini sürdürür. Yüce Allah’ın (c.c.) kader kavramı çerçevesinde koyduğu ve yönettiği bu sisteme “âdetullah” veya “sünnetullah” denir. Nitekim Kur’an’da “Her şeyin, hazineleri (kaynağı), bizim katımızdadır ve biz her şeyi bir ölçüye göre indiririz.” buyrularak bu gerçeğe dikkat çekilmektedir.

Bilim, Allah (c.c.) tarafından kâinata konulan ve işletilen sistemin akıl, deney ve gözlem metodu ile araştırılması ve bu sistem içindeki sebep sonuç ilişkilerinin keşfedilerek sistematik bir biçimde insanlığın hizmetine sunulmasıdır.

Düşünen ve sorgulayan bir varlık olan insan, Hz. Âdem’den (a.s.) beri tabiat olaylarının nasıl meydana geldiğini, içinde yaşadığı gezegenle diğer gezegen ve yıldızlar arasında nasıl bir ilişki olduğunu merak etmiştir. Bu merak, insanlığı araştırmaya sevk etmiş ve insanoğlu yaptığı keşiflerle bilimin doğuşuna zemin hazırlamıştır.

Güneş sistemi sünnetullahın bir parçasıdır.
Güneş sistemi sünnetullahın bir parçasıdır.

Bilim, düzenli ve metodolojik yöntemlerle elde edilen bilgilerden oluşur. Bu bilgiler de Yüce Allah’ın yarattığı ve adına da sünnetullah dediği muhteşem sistem hakkında elde edilen bilgilerdir.

Esasen bilimsel anlamda ortaya çıkan bilgiler İslam dininin inanç ve ilkelerine uyumlu olmalıdır. İslam dinine göre, kâinatı yaratan ve kâinattaki her türlü sistemi kuran Allah Teâla olduğuna göre bilimsel bilgilerin, bu ilahi sistemle uyumlu olması gerekir.

İnsanoğlunun bilim macerasının bir parçası da uzay araştırmalarıdır.
İnsanoğlunun bilim macerasının bir parçası da uzay araştırmalarıdır.

Bilim bir taraftan gelişmeye ve yeni icatlar ortaya koymaya devam ederken diğer taraftan da geçmişteki bazı bilimsel bilgilerinin geçersizliğini teyit etmektedir. Örneğin, 1930 yılında keşfedilen ve Güneş sisteminin dokuzuncu gezegeni olarak kabul edilen Plüton, gözlem tekniklerinin gelişmesi ile birlikte 2006 yılında Uluslararası Astronomi Birliği tarafından gezegen olamayacak kadar küçük olduğunun anlaşılması nedeniyle gezegenler listesinden çıkartılmıştır. Dolayısıyla bilimsel gelişme olarak kabul edilen birtakım çalışmaların zamanla değişmesi söz konusu olabilmektedir.

İslam dini ilim öğrenmeyi teşvik eder.
İslam dini ilim öğrenmeyi teşvik eder.

İnsan, bilim sayesinde hem içinde yaşadığı kâinatı anlama hem de elde ettiği bu bilgileri tekniğe dönüştürerek hayatını kolaylaştırma çabası içindedir. İslam dini ise insanın bu çabasına ışık tutarak hayata yön verir. İnsanın “anlama” gayretini destekler. Kâinatın içindeki fiziksel ve biyolojik yasaları yaratan Yüce Allah’tır.

İslam dininin, insanın bu anlama gayretine karşı olması ve Kur’an ayetlerinin de bilimle çelişmesi düşünülemez. Eğer din ile bilim arasında çelişki olduğuna dair bir emare varsa, ortada izah edilememiş birtakım hususlar vardır. Dinin bilime engel olduğu veya bilimle çeliştiği tartışmalarının temelinde, Orta Çağ Hıristiyanlık inançları ve kilise baskısı vardır.

İslam dininde akıl ve vahiy arasında bir çelişkinin yaşanılması düşünülemez. Çünkü Allah Teâlâ bir çok ayetinde insanlara araştırmalarını, akıllarını kullanmalarını emretmektedir.  Allah’ın  insanlık  için  göndermiş  olduğu  iki  büyük  nimet  olan  akıl  ve  vahyin birbiri ile çelişmesi imkansızdır.

Kur’an’a göre, ilim sahipleri ilimlerinde derinleştikçe Allah’ın (c.c.) varlığı ve kudretini daha iyi anlarlar ve Yüce Yaratıcıdan hakkıyla korkan gerçek müminler olurlar. Dolayısıyla İslam dinine göre bilim; Allah’ı (c.c.) ve kanunlarını tanımanın, olgun bir mümin olmanın yanında insanlığın hizmetine vesile olmalıdır. Örneğin insanların veya canlıların topyekün öldürülmesine veya bir türün yok edilmesine sebebiyet verecek bilimsel bir çalışmayı, İslam’ın kabul etmesi mümkün değildir.

İnsanın yaratılışının bir gayesi olduğu gibi insan hayatındaki her şeyin de bir gayesi vardır. Yine bu bağlamda ilim öğrenmenin de bir amacı olmalıdır. Bilimsel çalışmalar insanı Allah’a (c.c.) yaklaştıran bir faaliyet olmalıdır. Bilimsel çalışmalar, kişiyi Rabbine yaklaştırmıyor, Allah’ın (c.c.) büyüklüğü karşısında kendi acziyetini hissettirmiyor ve insanlığın yararına bir durum oluşturmuyorsa Allah (c.c.) katında değersizdir.


İslam Dininde Akıl ve Bilime Verilen Önem

Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetinde aklın kullanılması ve bilimsel

çalışmaların yapılması teşvik edilmektedir. Konuyla ilgili ayetler incelendiğinde; insanların, hayvanların ve evrendeki her şeyin yaratılışı hakkında düşünmenin öneminin vurgulandığı görülmektedir. İnsanlara ilk mesajını “Oku” emri ile veren Allah (c.c.) ardından “Kalemle yazmayı öğretti.” ayetiyle bilimsel çalışmaların başlangıcı olan araştırmayı yazmanın önemiyle vurgulamıştır.

Bu konuyla ilgili diğer bir ayeti kerimede ise şöyle buyrulmaktadır: “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.”

İslam dininde bilgiye, bilime ve özellikle ilim adamlarına değer verilerek ilim teşvik edilir. Kur’an-ı Kerim’de “…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, ancak akıl sahipleri bunu hakkıyla düşünür.” buyrularak ilim sahiplerinin Allah katındaki değerine vurgu yapılmıştır.

İslam Dininde Akıl ve Bilime Verilen Önem


İlim öğrenmeyi birçok hadisinde teşvik eden Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuyla ilgili şöyle buyurur: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin âbide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır, onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.”

Bir başka hadiste “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i câriye (faydası kesintisiz sürüp giden sadaka), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.” buyrularak faydası devam eden bir ilim bırakan insanların öldükten sonra bile sevap kazanmaya devam edecekleri vurgulanmaktadır. Bu durum İslam’ın ilme verdiği değeri ortaya koyması bakımından son derece anlamlıdır.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ilim adamlarına ve ilimle meşgul olanlara değer verdiğini şu örnekle açıklamak mümkündür: Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün mescitte iki gruba rastladı ve bu iki grup hakkında şunları söyledi: “İkisi de hayır üzeredir ama biri diğerinden daha üstündür. Bir kısmı Allah’a dua ediyor ve O’ndan bir şey istiyor. Allah onlara ister verir, isterse vermez. Diğerleri ise dini anlamaya ve ilim öğrenmeye çalışıyor ve bilmeyene öğretiyor. Bunlar daha üstündür.” Daha sonra, “Şüphe yok ki, ben de bir öğretmen olarak gönderildim.” diyerek ilim öğrenenlerin yanlarına oturmuş ve tercihini ilim peşinde olanlardan yana kullanmıştır.

Yorum yapın