Bilginin Kaynağı | 18. Yüzyıl – 19. Yüzyıl Felsefesinin Öne Çıkan Problemleri

Bilimdeki gelişme, Batı’nın bilgiye olan bakışını değiştirmiştir. 17. yüzyılda bilimin yöntemi felsefeye uygulanmaya çalışılmış, 18. yüzyılda ise aklın aydınlattığı doğru bilgiler aranmıştır.

Filozoflar, bu açıdan bilginin üzerine gitmiş ve onun doğasına yönelik düşünceler oluşturmuştur. “Bir şeyi bilmek ne anlama gelmektedir?”, “İnsan, nelerin bilgisini bilebilir.” ve “Bilginin sınırı var mıdır?” gibi sorular sorulmuştur. Doğru bilginin mümkün olduğu görüşünde birleşen bu dönem filozofları, bilginin kaynağı bakımından birbirlerinden ayrılmıştır. Bilgiye yönelik temel problem, bilginin ne olduğu ve insanın onu nasıl elde ettiğidir.

Bilgi üzerine yapılan tartışmalar, felsefenin iki ana akımı olan rasyonalizm ve empirizm üzerinden temellendirilir. Rasyonalizm, bilginin a prioriden (deneyimden bağımsız) sırf akılla oluştuğunu belirtirken empirizm, a posterioriden (deneyime bağlı) oluştuğunu ileri sürer.

Bu iki görüşü uzlaştırmaya çalışan 18. yy. filozofu Kant ise bilginin akıl ve deneyimle oluştuğu görüşündedir. Bu açıdan rasyonalist filozoflardan Descartes (17. yüzyıl), empirist filozoflardan J. Locke (17–18. yüzyıl) ve iki akımı sentezleyen Kant’ın (18. yüzyıl) bilgi hakkındaki görüşleri önemlidir.

Bilginin Kaynağına Yönelik Görüşler

Descartes, kendisinden asla şüphe duyulmayacak ve başka bilgilere de temel olabilecek açık seçik bir bilgi arar. “Düşünüyorum, o hâlde varım.” önermesine ulaştığında kesin bilgilerin kaynağı olarak akıl görüşüne varır. Ona göre bilgi, sonradan oluşan deneyimlerle değil doğuştan gelen aklın ilkeleriyle gerçekleşir. Matematik ve geometri bilgisinin kesin olma nedeninin akla dayandığını işaret ederek doğru bilginin kaynağını akıl olarak ileri sürer.

J. Locke, Descartes’ın doğuştancılık fikrine karşı çıkar ve bilginin doğuştan değil sonradan deneyimler aracılığıyla oluştuğunu İnsanın duyu organları vasıtasıyla kendi zihninin dışında bulunan dış dünyadan birtakım izlenimleri deneyimlediğini ve bu izlenimlerden oluşan fikirleri zihinde tasarlayarak bilgi edindiğini savunur. İnsan zihni, ona göre doğuştan boş bir levhadır (tabula rasa) ve insan, deneyimleri sayesinde bu boş levhayı bilgileriyle doldurur.

Kant, bütün bilgilerin deneyimle başladığı düşüncesinden kuşku duymadığını ve bu durumun insanın bütün bilgilerinin deneyimden doğduğu sonucunu çıkarmayacağını belirtir. Duyu verilerinin ham olduğu ve bu ham veriyi işleyen bir zihin olması gerektiği fikrinden hareket eder.

Kant, deneyim ve aklın bir arada kullanılmasıyla bilginin oluştuğunu düşünür. İnsan, ona göre duyuları aracılığıyla dışarıdan veriler alır ve bunları aklın formlarında işleyerek bilgiyi oluşturur.

Kant, “Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kördür.” sözüyle duyu verileri olmadan akılda var olan kavramların boş olduğunu, sadece bunlara dayanarak anlamaya çalışan aklın ise kör olduğunu belirtir. İnsanın bilgi edinmede iki yönünü de kullandığı görüşüyle bilginin kaynağı konusunda rasyonalizm ve empirizmi birleştirerek yeni bir yol önerir.

Bilginin Kaynağı – Birey-Devlet İlişkisi – Ahlakın İlkesi – Varlığın Oluşu

Yorum yapın