Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan (AET) Avrupa Birliği’ne (AB)

Avrupa devletlerinin birleşme düşüncesi, Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın 9 Mayıs 1950’de yayımladığı bildiri doğrultusunda Fransa, Federal (Batı) Almanya, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda’nın katılımı ile 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nin kurulmasıyla gerçekleşmeye başladı.

Oluşan birlik, 1957’de imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) dönüştü.

Roma Antlaşması’nda birliğe üye ülkeler arasında gümrük duvarlarının kaldırılması, diğer ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi oluşturulması, tarım alanında ortak bir politikanın belirlenmesi, ortak bir dış ve güvenlik politikası oluşturulması, ekonomik ve parasal birlik kurulması kararlaştırıldı.

AET 1960’larda yüksek bir ekonomik büyüme gerçekleştirdi. Bu durum diğer Avrupa ülkelerini topluluğa katılmaya yöneltti.

1967’de Avrupa Topluluğu adını alan birlik, 1972’de İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın katılımıyla üye sayısını dokuza çıkardı. Ekonomik alanda yaşanan gelişmeye rağmen bazı devletler, siyasal alanda ulusal erklerinin terk edilmesi anlamına gelecek olan uluslar üstü bir birliğe karşı çıktılar.

1986’da imzalanan Avrupa Tek Senedi, iç sınırların ortadan kaldırıldığı bir pazar oluşturdu ve topluluk içindeki ekonomik iş birliğini güçlendirdi. 1992’de imzalanan ve 1 Ocak 1993’te yürürlüğe giren Maastricht (Mastriç) Antlaşması ile Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği adını aldı. Antlaşma, tek para birimi (avro) ve Avrupa vatandaşlığını öngörüyordu.

Bu siyasal bütünleşme tercihi 1995 ve 2004’te birliğe yeni katılımlarla daha da belirginleşti. 2013’te Hırvatistan’ın katılımı ile günümüzde yirmi sekiz üyesi olan birlik, üye ülkelerden belirli kriterler uygulamalarını istemekle birlikte aralarındaki kalkınmışlık farklarını ortadan kaldırmak için kurulan fonlarla ekonomik yardımlar da yapmaktadır.

Maastricht Antlaşması ve Önemi

1992’de imzalanan 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile 1986’da hedeflenen “Tek Avrupa Senedi” gerçekleşti. Avrupa Toplulukları, Avrupa Birliği’ne (AB) dönüştü. Böylece ekonomik birleşmenin yanına siyasal birlik de eklenmiş oldu. AB’nin üç temel direği oluşturularak yeni bir hukuksal yapı düzenlendi.

Sağlanan temel yenilikler arasında; ekonomik ve parasal birlik, ortak dış işleri ve güvenlik politikası, adalet ve iç işlerinde iş birliği bulunmaktadır. Üye ülkelerin ekonomik farklılıklarının giderilebilmesi için bazı yakınlaşma kriterleri tespit edildi.

Maastricht’te kurulan hukuksal yapı sayesinde topluluk bütünleşmesi ile hükûmetler arası iş birliği aynı zamanda işler duruma gelmiştir. Söz konusu makroekonomik yaklaşımları içeren Maastricht Kriterleri diğer sayfadaki etkinlikte verilmiştir.

AB ortak para birimi avro

Maastricht Kriterleri

  • Her üyenin yıllık ortalama enflasyon oranı, fiyat artışları en düşük olan üç üye devletin yıllık enflasyon oranı ortalamasını en fazla 1.5 puan geçebilecektir.
  • Üye devletlerin planlanan ya da gerçekleşen kamu açıklarının gayri safi yurt içi hasılalarına oranının yüzde 3’ü aşmaması gerekmektedir.
  • Üye devletlerin planlanan ya da gerçekleşen kamu borç stoklarının, gayri safi yurt içi hasılalarına oranının yüzde 60’ı geçmemesi zorunludur.
  • Her üye devlet, fiyat istikrarı bakımından en iyi sonucu sağlayan üç üye devletin ortalama nominal uzun vadeli faiz oranını en fazla 2 puan aşabilecektir.
  • Üye devletlerin ulusal paraları, Avrupa Döviz Kuru Mekanizması’nın izin verdiği “normal” dalgalanma sınırları içinde kalmalıdır.
2013 İtibariyle AB Ülkeleri ve Türkiye’nin Bazı Ekonomik Göstergeleri

Kopenhag Kriterleri

İlk kez 1993’te Kopenhag Zirvesi’nde ortaya konulan, ardından 1995’te Madrid ve 1997’de Lüksemburg Zirvelerinde geliştirilen Kopenhag Kriterleri, bir Avrupa ülkesinin AB üyeliğine kabul edilebilmesi için sahip olması gereken temel nitelikleri belirlemiştir. Bunlar siyasi ve ekonomik olmak üzere iki temel başlık altında düzenlenmiştir. Siyasi kriterlere göre AB’ye üye kabul edilecek ülkelerde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunmasını güvence altına alan kurumların oluşturulması; ekonomik kriterlere göre ise piyasa ekonomisinin kurallarının uygulanması gerekmekteydi.

Kopenhag, Madrid ve Lüksemburg Zirvelerinde AB’nin yeni üyeyi kabullenebilme kapasitesine sahip olması gerektiği üzerinde de duruldu. Adayların Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirip getirmediğine, bu yeni üyenin AB’ye getirebileceği yük göz önüne alınarak AB kurumları ve üye devletler karar verecekti. Kopenhag Zirvesi’nde ayrıca AB’nin Doğu Avrupa’da genişlemesine yönelik kararlar da alındı. Bu kararlar doğrultusunda özellikle 2004’ten sonra birçok Doğu Avrupa ülkesi birliğe kabul edildi.

AB’nin Uluslararası Politikadaki Yeri

AB, SSCB’nin dağılması üzerine Doğu Avrupa’nın siyasal anlamda parçalanması ve Balkanlardaki yaşanan istikrarsızlık karşısında bir güven ortamı ve demokrasi modeli olarak görüldü. AB, 1993 sonrası hemen tüm Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine üyeliğini açmış ve bu ülkelerin pek çoğu 2000’lerde AB üyesi olmuştur.

AB Sembolleri

Ancak ekonomik olarak birlik güçlense de uluslararası sorunları çözmede gereken başarıyı gösterememiştir. 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Bosna gibi krizlerde zamanında ve bütüncül bir şekilde ortak tavır belirleyememesi ve müdahale edememesi başarısızlıklarından sadece bazılarıdır.

AB, 1991’den 1996’ya kadar Hırvatistan ve Bosna’daki iç savaşlarda yaşanan katliamlarda çok fazla önleyici olamamıştır. Dış politikada etkili olamayan AB, uluslararası politikadaki rolünü çevresel kirlenme, iklim değişikliği, bulaşıcı hastalıklar, illegal göç hareketleri, doğal felaketler ve küreselleşmeyle ortaya çıkan güvenlik sorunlarında oynamıştır.

Yorum yapın