Ankara’nın Başkent Olması

İtilaf Devletlerinin İstanbul’u önce fiilen, sonra da resmen işgal etmeleri ile bu şehir, devlet yönetimi için gereken tam bağımsız bir merkez olma özelliğini yitirmişti.

Bu yüzden İstanbul, millî hareketin yönetilmesi için uygun değildi. Çok eski dönemlerde kurulan, tarih boyunca önemli bir merkez ve ticaret yollarının kavşak noktasında bulunan Ankara, on dokuzuncu yüzyılda yavaş yavaş canlılığını yitirmişti.

1920’lerde Ankara’dan bir görünüm

Birinci Dünya Savaşı sonunda ise geçmişin derin izlerini taşıyan pek çok Anadolu kasabasından biri hâline gelmişti. Seçimlerden hemen sonra İkinci Meclis toplanarak çalışmalarına başladı. İlk iş olarak Lozan Barış Antlaşması’nı onayladı.

Bu onaydan sonra İtilaf Devletleri antlaşma gereği İstanbul’u terk etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine saltanat ve hilafet yanlısı bazı basın kuruluşları, başkentin yine İstanbul olması için yayın ve propaganda yapmaya başladılar.

Atatürk, Ankara’nın başkent olmasının nedenlerini Nutuk’ta şu sözleriyle ifade etmiştir:

Tümüyle düşman elinden kurtulan Türkiye’nin bütünlüğü eylemli olarak gerçekleşmişti. Artık yeni Türkiye Devleti’nin başkentini yasayla saptamak gerekiyordu. Bütün görüşler, yeni Türkiye’nin başkentinin Anadolu’da ve Ankara şehrinin seçilmesi gerektiği yolundaydı.

Coğrafya ve strateji durumu en kesin önemi taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce saptayarak, iç ve dış kararsızlıklara son vermek zorunluydu. Gerçekten de başkentin İstanbul olarak kalacağı ya da Ankara’ya taşınacağı sorunu üzerinde öteden beri içeride ve dışarıda kararsızlıklar görülüyor; basında demeçlere ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada, kimi yeni İstanbul milletvekilleri, İstanbul’un payıtaht (padişahın tahtının bulunduğu yer) olarak kalması gereğini, birtakım örneklere dayanarak kanıtlamaya çalışıyorlardı. Bu sözlere dikkat edilirse, bizim başkent teriminden çıkardığımız anlamla payıtaht terimini kullananların görüşleri arasında bir ayrım görmemek elden gelmez. Bundan dolayı, başkent seçiminde daha önceden verilmiş kararımızı resmî olarak ve yasayla da saptayarak böylece payıtaht teriminin yeni Türkiye Devleti’nde anlam ve yeri kalmadığını göstermek gerekti.

Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, 9 Ekim 1923 günlü bir maddelik yasa önerisini Meclise verdi. Altında daha on dört kadar kişinin imzası olan bu yasa önerisi, 13 Ekim 1923 günü uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, pek büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yasa maddesi şudur: “Türkiye Devleti’nin başkenti, Ankara şehridir.” (Söylev, s. 131-132.)

BMM binasından bir görünüm (1920)

Başkentin belirlenmesinden sonra, sıra yeni Türk Devleti’nin adının konulmasına gelmişti. Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan Türk Devleti’nin adı resmen konulmamıştı. 23 Nisan 1920 tarihinden beri görev yapan hükûmet, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adını taşıyordu. TBMM’nin başkanı aynı zamanda hükûmetin de başkanıydı. 1923 yılının Ekim ayının sonlarına doğru TBMM Hükûmeti istifa ederek görevden ayrıldı.

Bakanların anayasaya göre Meclis tarafından tek tek seçilmesi, yeni hükûmetin bu şekilde kurulması ve Lozan Barış Antlaşması’nın onaylanması, öncelikle ele alınan konular arasındaydı. Ancak yeni yapılan seçimlerle oluşan Mecliste bu şekilde hükûmet kurmak zorlaşmıştı.

Mustafa Kemal bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için cumhuriyet rejiminin ilanını gerekli görüyordu. 28 Ekim 1923 akşamı yapılan bir toplantıda, “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek düşüncelerini açıkladı.

İsmet Paşa ile bir anayasa değişikliği önerisi hazırladı. “Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli, cumhuriyettir.’’ hükmünün de yer aldığı yasa önerisi ile yürütme gücü, Meclisten alınarak cumhurbaşkanı tarafından seçilen başbakan başkanlığındaki hükûmete veriliyordu.

Hazırlanan yasa teklifi TBMM’de görüşülerek oy birliği ile kabul edildi. Böylece cumhuriyet ilan edildi (29 Ekim 1923). Aynı gün yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde Mustafa Kemal Paşa, cumhurbaşkanı seçildi. Yeni devletin adı ise “Türkiye Cumhuriyeti” olarak belirlendi.

Daha sonra Mustafa Kemal, ilk hükûmeti kurma görevini İsmet Paşa’ya verdi. Tarih boyunca Türk milletinin yapısına en uygun yönetim şekli olan cumhuriyet, resmen Türk milletinin hayatına girmiş oldu.

Cumhuriyetin ilanı ile,

  • Yeni Türk Devleti’nin adı konuldu.
  • Devlet başkanlığı sorunu çözümlendi.
  • Yürütme gücü, Meclisten alınarak hükûmete verildi.
  • Başbakanı, cumhurbaşkanı atayacaktı. Başbakan da bakanları cumhurbaşkanının onayı ile belirleyecekti.

Cumhuriyet yönetimi, demokratik ve sosyal hukuk devleti olarak ifade edilen bir sistemdir. Cumhuriyet, hukuk devletini temsil ettiği gibi aynı zamanda demokratik siyasal sistemin de adıdır. Cumhuriyet rejimi; insan hakları ve özgürlükleri, millî irade, çoğulcu düşünce, hukuk kuralları, yasaların üstünlüğü ve korunması, kamu yararı, seçim sistemi, yasama-yürütme-yargı güçlerinin birbirini denetlemesi ve egemenliğin halka ait olması gibi temel değerlere dayanmaktadır.

Mustafa Kemal, demokrasiyi doğrudan doğruya halk egemenliği ya da halkçılık olarak adlandırmıştır. Atatürkçü düşünce sisteminde de halkçılık ile demokrasi eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet yönetimi ile birlikte ülkemizde demokrasi kökleşmiş ve gelişme göstermiş, bütün bireyler vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere kavuşmuştur.

Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından bir görünüm (Ankara-1929)

Demokrasinin bir gereği olarak vatandaşlar seçme ve seçilme haklarını elde etmişlerdir. Cumhuriyetin ilan edilmesiyle çağdaş ülkelerde olduğu gibi demokratik, insan haklarını benimseyen ve koruyan yönetim biçimi Türk milletinin hayatına girmiştir.

Millî Mücadele’yi başlatan Mustafa Kemal, cumhuriyet yönetimine adım adım geçmeyi planlamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasıyla birlikte cumhuriyetin ilan edilmesi, Mustafa Kemal’in idealist kişiliğinin bir örneğidir.

Atatürk, sadece meşrutiyeti ortadan kaldırmakla kalmamış; onun yerine halk yönetimine yani demokrasiye geçmeyi amaçlamıştır. Mustafa Kemal’in en büyük amacı, yüksek nitelik ve yeteneklerine inandığı Türk milletinin sonsuza kadar millî birlik ve beraberlik içinde özgür ve bağımsız yaşamasını, vatanın bölünmez bütünlüğünü sağlamaktı.

Atatürk’ün idealleri, Millî Mücadele’den çok önce şekillenmiş ve zamanı gelince uygulanacak bir sisteme bağlanmıştır. Atatürk’teki vatan ve millet sevgisi, onun büyük bir idealist olmasında etken olmuştur. Onun idealleri, Türk milletinin ihtiyaçlarından doğmuş, Millî Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleşmiştir.

Atatürk’e göre ideal birliği, insanları birbirine yaklaştırır; onlarda ortak kader birliğinin derin duygularını uyandırır. Toplumda dayanışma duygusunun canlanmasında da ortak ülküler büyük etkiye sahiptir. Büyük ideallere sahip olan milletler devamlı ve güçlü devletler kurarak varlıklarını sürdürürler. Atatürk, bundan dolayı fikirlerini ilkeler olarak ortaya koymuş ve onları idealleştirmiştir. Atatürk’ün idealistliğini yansıtan aşağıdaki sözlerini okuyalım.

“Memleket, kesinlikle çağdaş, uygar ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır…” (Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 197.) (Düzenlenmiştir.)

Mustafa Kemal, eşsiz bir komutan olduğu gibi aynı zamanda büyük bir devlet adamıdır. O, sorunlar karşısında milletimizin ve ülkemizin çıkarlarını ön planda tutan bir siyaset izlemiştir.

Mustafa Kemal Paşa, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, milletimize karşı yapılan haksızlıklara tepki gösterdi ve Millî Mücadele’yi başlattı. Türk milletinin bağımsızlığını, özgürlüğünü, millî birlik ve beraberliğini sağlamak için 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a geldi.

Buradan Havza’ya geçerek bir bildiri yayımladı. Ardından Amasya’da yapılan görüşmelerin sonucunda Amasya Genelgesi’nde alınan kararların millete duyurulmasını sağladı. Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda kurulan Temsil Heyetinin başkanlığına getirildi. Mustafa Kemal, BMM’nin Ankara’da toplanmasını sağlayarak bu Meclisin başkanı seçildi.

BMM’den aldığı güçle Millî Mücadele Dönemi’nde karşılaştığı bütün güçlükleri aşmasını bildi. Sakarya Meydan Savaşı öncesinde Meclis kararıyla Meclisin bütün yetkilerini üzerine aldı. Bu yetkiye dayanarak Tekâlifimilliye Emirleri’ni yayımladı. Böylece ordunun ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Vatansever Türk milleti ile birlikte Millî Mücadele’yi zaferle sonuçlandırdı.

Bu millî ve askerî başarısının ardından çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak askerî başarılarını siyasal başarıları ile taçlandırdı. Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarmak için birçok alanda yenilikler yaptı.

Mustafa Kemal, TBMM tarafından 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Millî iradeye dayanan cumhuriyet yönetiminin güçlenmesi ve sarsılmaz temeller üzerinde yükselmesi için çalışmalar yaptı.

Yorum yapın