1954 Sonrası Türk – Yunan İliskileri, Kıbrıs, 12 Adalar, Ege Hava Sahası …

Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile Türk-Yunan ilişkileri belli bir düzene girmişse de iki ülke arasında Nüfus Mübadelesi gibi sorunlar nedeniyle gerginlikler yaşanmıştı.

1930’lardan itibaren iki ülke arasında yapılan karşılıklı ziyaretlerin ve Almanya ile İtalya’nın barışı tehdit eden girişimlerinin de etkisiyle ilişkiler iyi yönde gelişmeye başladı.

Türkiye ve Yunanistan öncülüğünde Balkan Paktı’nın imzalanması, gelişmekte olan ilişkilere iyi bir örnekti. 1954’e gelindiğinde Kıbrıs ve sonraki yıllarda da Ege adaları ve kıta sahanlığı konuları, ilişkilerin gerginleşmesine yol açtı.

Kıbrıs’ın stratejik konumu

Türkiye, Lozan Antlaşması’nda Kıbrıs’ın İngiliz yönetiminde kalmasını kabul etmişti. 1960’a kadar Ada; Rum, Türk ve İngilizlerin oluşturduğu meclisler ya da komisyonlar aracılığı ile yönetildi.

Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs’ı Yunanistan’a katma (ENOSİS) politikasına ağırlık verdiler. Yunanistan, Kıbrıs’ı topraklarına katmak için önce 1951’de İngiltere’ye, reddedildikten sonra 1954’te BM’ye başvurdu.

Kıbrıs’ı, uluslararası konuma taşıyan bu girişim de reddedildi. Bunun üzerine 1950’lere kadar Kıbrıs’la ilişkisini Ada’daki Türk nüfusuyla kültürel düzeyde tutan Türkiye harekete geçti, Kıbrıs sorunu, Türk dış politikasının en önemli gündemlerinden biri oldu.

Rumlar, ENOSİS idealini gerçekleştirmek amacıyla 1955’te Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü (EOKA) adıyla bir örgüt kurdular. Örgütün amacı önce İngilizleri Ada’dan çıkarmak sonra da Türk nüfusunu Ada’dan göç ettirmekti. EOKA’nın silahlı saldırılarına karşı Türkler de Volkan ve Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) örgütlerini kurdular.

ENOSİS tezine karşı da Türkiye ve Kıbrıslı Türkler de Ada’da ayrı iki toplumun ayrı iki devlet kurmasını öneren “Taksim” tezini savunmaya başladılar. Bu gelişmeler üzerine 1955’te İngiltere öncülüğünde Londra Konferansı toplandı. Ancak Konferans, İstanbul’daki Rumların iş yerlerine yönelik saldırıların yaşandığı 6-7 Eylül Olayları üzerine dağıldı.

Kıbrıs’ın Osmanlı Egemenliğinden Ayrılması

Kıbrıs, 1571’de Osmanlı egemenliğine girdi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda imzalanan 1878 Berlin Antlaşması’nda arabuluculuk yapan İngiltere’ye Kıbrıs’ta fiili egemenlik verildi. 1878’deki Kıbrıs Sözleşmesi’ne göre Ada, Osmanlı mülkiyetinde sayılıyor ancak yönetimi İngiltere’ye bırakılıyordu. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesinden sonra İngiltere, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıkladı. Türkiye, 1923 Lozan Antlaşması ile Kıbrıs’ın bu durumunu tanıdı.

ENOSİS

Yunanca birleşme anlamına gelen Enosis ile Helen Uygarlığı’nın yayıldığı her yerin Yunanistan’a katılması amaçlanmıştır. 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Balkan Savaşları ve Girit’in Yunanistan’a ilhakı sırasında da kullanılan ENOSİS terimi, günümüzde daha çok Megola Idea doğrultusunda Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması anlamında kullanılmaktadır.

EOKA (Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü)

1950’lerin başlarında, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için kilisenin de desteğini alan Yorgo Grivas liderliğinde kurulan örgüttür. Başlangıçta İngiliz subay ve memurları ile Rum komünistlerine karşı silahlı eylemler yapan EOKA, 1950’lerin sonlarında ise Türklere karşı saldırılara başlamıştır. 1974’te EOKA-B adını alan örgüt, “Kıbrıs’ta ENOSİS’e ihanet ettiği” gerekçesiyle Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makaryos’a karşı darbe yapmıştır.

EOKA saldırıları, 1950’lerin sonlarında artarak iç savaşa dönüştü. ABD’nin de araya girmesiyle Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında 11 Şubat 1959’da Zürih Antlaşması imzalandı. Bağımsız bir Kıbrıs Devleti kurulması kararlaştırıldı.

Daha sonra bu üç devletin temsilcilerinin yanında Kıbrıs Türk toplumu adına Fazıl Küçük ve Rum toplumu adına Makaryos’un da katıldığı toplantı sonucunda 19 Şubat 1959’da Londra Antlaşması imzalandı.

Antlaşma, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması, ittifak ve uyuşma antlaşmalarından oluşmaktaydı ve kurulacak devletin başka bir devletle birleşmesi ya da bölünmesi yasaklanıyordu. Böylece Yunanistan’ın ENOSİS, Türkiye’nin de Taksim yaklaşımlarına karşı çıkılmış oldu.

Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Antlaşması imzalanırken (1959)

( ! )

19 Şubat 1959 Londra Antlaşması’nın bölümlerinden biri olan Garanti Antlaşması’nın bazı maddeleri:

1. madde: “Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin sürdürülmesini ve aynı zamanda anayasasına bağlı kalınmasını sağlamayı (…) herhangi bir devletle tamamen veya kısmen, herhangi bir siyasi ya da ekonomik birliğe katılmamayı yükümlenir. (…) Herhangi diğer bir devletle birleşmeyi ya da Ada’nın taksimini, doğrudan doğruya ya da dolayısıyla tevşik edecek her türlü hareketi yasak ilan eder.” 2. maddede İngiltere, Türkiye ve Yunanistan da bu durumu tanımakta ve garanti etmektedir.

4. madde: “Bu antlaşmanın hükümlerine uygun davranılmaması durumunda; Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, bu hükümlere uyulmasını sağlamak için gereken girişimler ya da önlemlere ilişkin birbirlerine danışmayı yükümlenirler. Ortak ya da anlaşarak davranmak mümkün olmadığı takdirde, garanti veren üç devletten biri, sadece bu antlaşma ile oluşturulan düzeni yeniden kurmak amacıyla herekete geçmek hakkını saklı tutar.”

Türkiye, 1959’daki Garanti Antlaşması’na dayanarak 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nı düzenlemiştir.

( ! )

Zürih ve Londra Antlaşmaları doğrultusunda 6 Nisan 1960’ta Kıbrıs Anayasası kabul edildi. 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile şu esaslar kabul edildi:

  • Devletin adı Kıbrıs Cumhuriyeti olacak, Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacak ve bunların ayrı ayrı veto hakları olacak.
  • Yasama yetkisi %70 Rum, %30 Türk’ten oluşan Temsilciler Meclisi’nde olacak. Yürütme yetkisi de yedi Rum ve üç Türk’ten oluşan Bakanlar Kurulunda olacak.
  • Resmî dil Rumca ve Türkçe olacak.
  • 2000 kişilik ordunun %60’ı Rum, %40’ı Türklerden oluşacak.
  • Savunma, maliye ve dış işleri bakanlıklarından birine Türklerden biri getirilecek.
  • Beş büyük kent olan Lefkoşe, Magosa, Limasol, Larnaka ve Bafa’da Türk ve Rumların ayrı belediyeleri olacak.

Kıbrıs’ın cumhurbaşkanlığına Rum lider Makaryos, yardımcılığına da Türklerin lideri Dr. Fazıl Küçük getirildi. Ancak Rum yönetimi anayasada kabul edilen kararları uygulamayınca antlaşma ile oluşan barış ortamı uzun sürmedi. Rum lider Makaryos, 1963’te Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Fazıl Küçük’e şu anayasa değişikleri önerisinde bulundu:

  • Cumhurbaşkanı ve yardımcısının veto haklarının kaldırılması,
  • Türk ve Rumların ayrı belediyelerinin kaldırılması,
  • İdari yapı ve ordu içindeki görevlerin sayısal dağılımının nüfus oranına uygun olarak yapılması,
  • Adli sistemin, polis, jandarma ve güvenlik güçlerinin birleştirilmesi

Kıbrıs’ta sayıca çok olan Rumların egemenliklerini güçlendirmeye yönelik bu önerileri Türkiye tarafından reddedildi.

Bu durum, iki toplum arasındaki gerginliği arttırdı. Rumlar; kod adı Akritas olan, Türkleri Ada’dan atma amacıyla hazırladıkları plan çerçevesinde Türklere yönelik saldırıları arttırdılar.

Kanlı Noel olarak bilinen 24 Aralık 1963’teki saldırıda yirmi dört Türk şehit edildi. Bunun üzerine Türk savaş uçakları Kıbrıs üzerinde ilk uyarı uçuşlarını yaptı, Kıbrıslı Türkler de direnişlerini sürdürdüler.

Bu durum üzerine BM, 1964’te Ada’ya barış gücü gönderilmesini onayladı. Ada’ya barış gücü gelmeden EOKA’nın saldırılarını arttırması üzerine Türkiye, Kıbrıs’a müdahale kararı aldı.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki görüşmelerde Türkiye’nin Ada’nın paylaşılması ya da federasyon önerisi Yunanistan ve Makaryos yönetimi tarafından kabul edilmedi. 1964 Haziran’ında Türkiye’nin adaya müdahale etme planı, ABD Başkanı Johnson’un mektubu üzerine ertelendi.

ABD Başkanı Johnson’ın İnönü’ye mektubu (5 Haziran 1964):
“Kıbrıs’a yapılacak müdahale NATO üyesi olan Türkiye ile Yunanistan arasında bir çatışmaya yol açacaktır. İki ülke de NATO’ya katılmakla bir daha savaşmayacaklarını kabul etmişlerdir. (…) Türkiye tarafından Kıbrıs’a askerî bir müdahale SSCB’nin soruna doğrudan doğruya karışmasına neden olabilir. NATO müttefikleri tam rıza ve muvaffakatları olmadan Türkiye’nin girişeceği bir hareket sonucunda ortaya çıkacak bir SSCB müdahalesine karşı Türkiye’yi savunmak yükümlülükleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulamamışlardır. (…) Türkiye ile ABD arasında mevcut Temmuz 1947 tarihli anlaşmanın IV. maddesi gereğince, askerî yardımın, veriliş amaçlarından ayrı gayelerde kullanılması için (Türk hükûmetinin) ABD’nin muvaffakatini alması gerekmektedir. (…) Mevcut koşullar altında Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahale Amerika tarafından sağlanmış olan askerî malzemenin kullanılmasına ABD muvaffakat… etmektedir.”

ABD Başkanı Johnson’un mektubu ile ilgili gazete haberi (13 Ocak 1966)
İnönü’nün 13 Haziran’da, Washington’a yolladığı Johnson’ınkinden çok daha uzun ve kapsamlı mektubunun bazı bölümleri:
“(…) Mesajınız gerek yazılış tarzı, gerek içeriği bakımından Amerika ile ittifak ilişkilerine her zaman ciddi bir dikkat göstermiş bulunan Türkiye gibi bir müttefikinize karşı hayal kırıcı olmuş, ittifak ilişkilerine değinen muhtelif konularda önemli görüş ayrılıkları belirmiştir. (…) Kıbrıslı Rum sorumluların uluslararası antlaşmaları ayaklar altına almaları karşısında Türkiye’nin bu gidişe son verme çarelerinin ortaklaşa araştırılması için Yunanistan’a yaptığı girişimleri bu devlet sonuçsuz bırakmakla kalmayıp tam tersine Kıbrıslı Rum sorumluların hukuk ve insanlık dışı fiillerini savunmuş, hatta onları teşvik etmiştir. (…) ABD hükûmetinin, imzaladığı antlaşmaları reddeden Yunanistan’a uluslararası hukukun temeli olan ‘packa sunt servanda’ (ahde vefa) kuralına uymak gereğini hatırlatması icap etmez mi? (…) Kıbrıs’a bir müdahalede bulunması hâlinde Türk hükûmetinin düşüncesi garantör devletler sıfatıyla Yunanistan ve İngiltere’yi Kıbrıs’ta anayasa düzenini geri getirmek amacıyla fiili iş birliğine davet etmektir. Buna rağmen Yunanistan Türkiye’ye saldırırsa ortaya çıkabilecek sonuçların sorumluluğu Türkiye’ye yüklenebilir mi? (…) NATO Antlaşması, üye devletlerin saldırıya uğrayan üyeye derhal yardımını gerektirir. Eğer diğer üyeler Sovyet müdahalesine uğrayan NATO üyesinin haklı olup olmadığı, müdahaleyi kendi hareketi ile tahrik edip etmediği gibi konuları tartışmaya kalkışırlar ve tartışmanın sonucuna göre yardım yükümlülükleri olup olmadığının tespiti yönüne giderlerse, NATO ittifakının temel direkleri sarsılmış ve anlamı kalmamış olur. (…) Türkiye BM örgütüne ve prensiplerine son derece saygılıdır. Fakat BM’nin Ada’daki faaliyetleri, Türklere karşı yürütülen zulmü durduramamıştır. (…) Kıbrıs’taki mevcut durum, Kıbrıs Cumhuriyeti”nin anlaşmaları iptal ederek anayasayı kaldırmasıyla ortaya çıkmıştır. Güvenliğin tekrar sağlanması, ancak Kıbrıs Hükûmeti üzerinde bir otoritenin işlemesiyle mümkündür…”

Yapılan diplomatik temaslar sonucunda askıya alınan müdahale kararı, BM Barış Gücü’nün Kıbrıs’taki Rum çetelerinin saldırılarını önleyememesi üzerine uygulamaya kondu. 8-9 Ağustos 1964’te Türk savaş uçakları Ada’ya bir hava saldırısı düzenledi.

1967’de Yunanistan’da meydana gelen darbe sonrası kurulan “Albaylar Cuntası” çözümü zorlaştırdı. Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan görüşmelerden sonuç alınamadı. EOKA’cı çeteler, Türklerin yoğun olduğu Boğaziçi ve Geçitkale köylerinde 15 Kasım 1967’de yeni bir katliam yaptılar. Bu durum üzerine 1967’de Kıbrıs Türkleri, Fazıl Küçük başkanlığında “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi”ni kurdular. Başkan yardımcılığına da Rauf Denktaş getirildi. Türkiye, yeniden müdahale kararı aldı ancak ABD’nin girişimleri sonucunda tekrar ertelendi.

Yunanistan’daki “Albaylar Cuntası” ile Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Makaryos arasında görüş ayrılıkları vardı. Bu nedenle Cunta, 15 Temmuz 1974’te EOKA’yı EOKA-B adıyla yeniden örgütleyerek Makaryos’a karşı “Afrodit Darbesi”ni yaptırttı. Makaryos’un yerine Nikos Sampson’u cumhurbaşkanlığına getirdiler.

Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Bunun üzerine Türkiye, İngiltere’ye adaya birlikte müdahale etme önerisini götürdü. Fakat İngiltere buna yanaşmadı. Olayların tırmanması üzerine Türkiye garantörlük haklarına dayanarak 20 Temmuz’da ENOSİS’e engel olmak ve Ada’ya barış getirmek amacında olduğunu dünyaya açıklayarak I. Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi.

Bu harekâtın sonucunda Yunanistan ve Kıbrıs’taki cuntalar düştü. Yunanistan’da sürgündeki Konstantin Karamanlis, Kıbrıs’ta Glafkas Klerides yönetime geldiler. Türkiye, BM’nin ateşkes önerisine 22 Temmuz’da uydu. Birincisi Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında 25 Temmuz’da yapılan; ikincisine Denktaş ve Klerides’in de katılımıyla 12 Ağustos’ta yapılan Cenevre Görüşmeleri’nden sonuç alınamadı.

Bunun üzerine Türkiye, 14 Ağustos’ta II. Barış Harekâtını gerçekleştirdi ve bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) sınırları kontrol altına alındı. Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ABD, Türkiye’ye ekonomik ve askerî ambargo başlattı.

Kıbrıs Harekatı ile ilgili gazete haberi (20 Temmuz 1974)

Türkiye de karşılık olarak 1969’da ABD ile imzalanan “Savunma İş Birliği Antlaşması”nı yürürlükten kaldırdı, ABD’nin Türkiye’deki üs ve tesislerine el koydu. 1978’de ABD ambargoyu kaldırınca ilişkiler düzeldi. SSCB de Kıbrıs’ın bir NATO üssü olacağından kaygılanarak Barış Harekâtı’na karşı çıktı, 1980’e kadar iki ülke ilişkileri soğuk geçti.

Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ortaya çıkan durum; Türklerin kuzeyde, Rumların da güneyde yerleşecekleri şekilde yeni bir devlet düzenini kurmalarını zorunlu kılıyordu. Yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca Kıbrıs Türkleri 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurdu. 1977’de Makaryos ve Denktaş arasında varılan bir antlaşma ile;

a) Bağımsız ve bağlantısız iki toplumlu bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması,

b) Her iki toplumun egemenliğinde bulunan toprakların ekonomik verimlilik ve mülkiyet ışığında ele alınması,

c) Dolaşma ve yerleşme serbestisi, mülkiyet hakkı gibi konuların görüşmelere açık olması,

ç) Federal hükûmetin görev ve yetkilerinin devletin birliği ve devletin iki toplumlu niteliğini koruyacak şekilde olması karaşlaştırıldı.

Bu antlaşmaya rağmen, 1980’e kadar yapılan görüşmelerde Rum tarafı, Türklerin Ada’daki siyasi varlığını tanımadı. BM Genel Kurulunun, 13 Mayıs 1983’te Kıbrıs Rumlarını “Kıbrıs Hükûmeti” olarak tanımasından sonra Kıbrıslı Türkler de Rauf Denktaş liderliğinde 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) kurdular. Türkiye Cumhuriyeti, KKTC’yi kurulduğu gün tanıyan ilk ve tek devlet oldu. Buna karşılık Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimi KKTC’nin bağımsızlığını tanımayacaklarını açıkladılar. İngiltere’nin önerisi ile BM, Ada’da Kıbrıs Hükûmeti dışında hiçbir hükûmetin varlığını tanımayacağı kararını aldı.

Ege Adaları Sorunu

1963’teki Kıbrıs bunalımından itibaren Yunanistan, Türkiye’ye yakın adaları gizlice silahlandırmaya başladı. 1974’ten itibaren de Ege Denizi’nde tam bir egemenlik kurmak isteyen Yunanistan, Lozan Antlaşması’na ve 1947’deki Paris Antlaşması’na aykırı olarak bu politikasını sürdürdü. Ayrıca karasularını on iki mile çıkarma politikasını da uygulamaya çalıştı.

Türkiye, Yunanistan’ın bu tutumu karşısında çeşitli dönemlerde notalar vererek bu politikalara seyirci kalmayacağını dile getirdi. 1980’de NATO’nun askerî kanadına geri dönen Yunanistan, Ege Adaları’nı NATO tatbikatlarında kullanarak silahlandırmayı meşrulaştırmak istedi. Türkiye bu adanın statüsünde asla değişikliğe izin vermeyeceğini duyurdu. NATO nezdinde yaptığı itirazlarla bu duruma engel olmaya çalıştı.

( ! )
Yunanistan 1829’daki Edirne Antlaşması ile bazı Ege adalarına sahip olarak Osmanlı Devleti’nden ayrıldı. İzleyen yıllarda Osmanlı Devleti’nin yaşadığı iç ve dış sorunlardan yararlanıp ana karada ve adalarda sınırlarını genişletti. 1913’teki Atina ve 1923’teki Lozan Antlaşmalarıyla Ege Denizi’nde Türkiye’ye bırakılan Bozcaada ve Gökçeada ile İtalya’nın sahip olduğu Meis ve On İki Ada dışında kalan diğer Ege adaları Yunanistan’a bırakıldı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947’de imzalanan Paris Antlaşması ile On İki Ada ve Meis Adası da Yunanistan’a bırakıldı.

Kıta Sahanlığı Sorunu

Kıta sahanlığı, kara sularının bitiş noktasından başlayan deniz altındaki devamını ifade eder. Bir kıyıya sahip her devlet kıta sahanlığına da sahiptir. Ancak kıta sahanlığına sahip olan bir ülkenin sadece o bölgedeki canlı-cansız doğal kaynakları arama ve işletme hakkı bulunmaktadır. 1982’de kabul edilen BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ile her devletin en az iki yüz deniz mili kıta sahanlığına sahip olabileceği kabul edilmiştir. Sözleşmeye göre adaların da kıta sahanlığı olacaktır. Bu sözleşme ile bitişik ya da karşılıklı kıyıya sahip olan devletlerin sahip olacakları kıta sahanlığının bu devletlerin yapacağı anlaşmalarla belirlenmesi kabul edilmiştir.

Yunanistan 1961’den itibaren Ege Denizi’nde petrol arama çalışmalarına başladı. Türkiye de 1973’ten itibaren Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na Ege’nin açık deniz sularında ve kendi kıta sahanlığında arama izni verdi. Bu gelişmeler, iki ülke arasında kıta sahanlığı sorununu ortaya çıkardı. Türkiye Başbakanı Demirel ile Yunanistan Başbakanı Karamanlis arasında 1975’te Brüksel’de yapılan görüşmelerde, sorunun Uluslararası Adalet Divanı’nda görüşülmesi kabul edildi. Görüşmelerden bir sonuç alınamadığı gibi Yunanistan, Türk kıyılarına yakın Ege Adaları’nı silahlandırdı. Bunun üzerine Türkiye, Temmuz 1975’te İzmir’de NATO dışında konumlanan Ege Ordusu adıyla 4. Orduyu kurdu.

1976 Şubat’ında, yeni bir gerginlik yaşandı. Türkiye, Sismik-1 adlı araştırma gemisini anlaşmazlığa konu olan sulara gönderdi. Yunanistan, Sismik-1’in çalışmalarını Uluslararası Adalet Divanı’na götürdü. Ancak Adalet Divanı Yunanistan’ın itirazını reddetti. Bu gelişmelerden sonra iki ülke, 1976’da Bern Deklarasyonu ile Ege’de kıta sahanlığı ile ilgili hiçbir girişimde bulunmama kararı aldı.

Kara Suları Sorunu

Yunanistan ile Türkiye arasındaki diğer bir anlaşmazlık, kara suları konusudur. Lozan Antlaşması’nda kara suları üç mil olarak belirlenmişti. Yunanistan 1936’da bu mesafeyi altı mile çıkarınca Türkiye de Kıbrıs Sorunu sırasında 1974’te karasularını altı mile çıkardı. Türkiye’nin bu kararı üzerine aynı yıl Yunanistan bu mesafeyi on iki mile çıkaracağını açıkladı. Bu gelişme üzerine Türkiye 27 Şubat 1974’te Yunanistan’a şu notayla cevap verdi:

“Genel kapsamlı kurallar, Ege gibi kapalı ya da yarı kapalı özellikler taşıyan denizlerde uygulanamaz; kendi kara sularının genişliğini belirleyen bir devlet, komşu bir devletin açık denize çıkışını engelleyemez ve engellememek zorundadır.”

Altı ve on iki mile göre Ege’de kara suları

Yunanistan’ın on iki mil kararı Türkiye açısından Batı Anadolu’nun güvenliği, Ege üzerinde Türk uçaklarının uçuşu ve Türk gemilerinin Akdeniz’e çıkışında olumsuzluklar yaratacaktı. Bu yüzden Yunanistan’ın kara sularını on iki mile çıkarma hakkı bulunduğuna dair demeçleri Türkiye tarafından sert bir biçimde yanıtlandı. Bunun Latincede “Casus Belli” sözcükleriyle ifade edilen bir savaş nedeni sayılacağı bildirildi.

Ege Hava Sahası (FIR Hattı) Sorunu

Uçuş Bilgi Bölgesi, (FIR) sivil havacılıkta kullanılan bir deyimdir. Sivil uçakların uçuşlarını güvenli olarak yapabilmeleri için her devlet güvenli bir bölge belirlemiş ve uçuşların o ülke tarafından belirlenen kurallara göre yapılması kabul edilmiştir.

23 Mayıs 1952’de İstanbul’a yapılan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü’nün (ICAO) toplantısında Ege Hava Sahası’nın kontrolü Yunanistan’a bırakıldı. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında bu durumun Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiğini gören Türk Hükûmeti yeni bir FIR hattı belirledi ve bunu bir NOTAM (Havacılara İhtar Bildirimi) ile ilan etti.

Bu bildirimle Türk kara sınırına elli mil mesafeye gelen her uçağın durumunu Türk makamlarına bildirme zorunluluğu tüm devletlere duyuruldu. Yunanistan, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı ileri sürerek Ege Denizi’ni “tehlikeli deniz” ilan ederek askerî ve sivil uçuşlara kapattığını açıkladı.

Türkiye, egemenlik haklarını zedeleyen bu kararı kabul etmedi. 1977’de NATO’nun da girişimleri sonucunda yapılan görüşmelerde her iki devletin daha önce FIR Hattı ile ilgili aldığı kararı geri alması kabul edilince Ege Denizi yeniden sivil uçuşlara açıldı.

 

Yorum yapın